Yazarlar

UNUTTURULANLAR

UNUTTURULANLAR

Hüseyin ADIGÜZEL

Hayatımızın her alanında, ilk, orta, lise, üniversite yıllarımızda, meslek yıllarımızda, vatanımızın kurtulması, özgürlüğümüz ve bağımsızlığımızın sağlanması, toplumsal hayatımızın olgunlaşması, gelişmesi, rahat ve huzur içinde yaşamamız için katkıda bulunan kişilerin isimleri sayılırken bilerek ya da bilmeyerek bizlerden daha çok yabancı isimler hatıra getiriliyor ve onların isimleri sayılıyor. Halbuki, vatan topraklarımız üzerinde özgür ve bağımsız yaşayabilmemiz için nice fedakarca savaşan, mücadele eden, yazan çizen kişilerimiz var. Bilimde, sanatta, güzel sanatlarda dünya çapında değerlerimiz var. Ama ne çare ki, bizler bu isimsiz kahramanları, isimleri unutulan yazarları, şairleri, ressamları, bilim ve sanat adamlarını; Türk toplumunun medeni bir toplum gibi yaşaması mücadelesine bütün varlıkları ile katılanları, maalesef bilmiyoruz. Çünkü bunlar bilinçli bir tercihle unutturuluyor ya da yok farz ediliyor, hiç yaşamamış gibi, kendilerinden bahsedilmiyor.

İlk gençlik yıllarımda, “Yüz Türk Büyüğü” adlı bir kitap görmüştüm. Tarih çağları içinde yaşamış Türk Büyükleri başardıkları ile anlatılıyor, Türk çocuklarına örnek olarak gösteriliyordu. Fakat, o kitapta Cumhuriyet Dönemine ait olan Türk Büyüklerinden sadece Mustafa Kemal Atatürk yer almıştı. Bu bir vefasızlık mıydı? Bilinçli bir tercih miydi? Yoksa, devleti yönetenlerin, yazar – çizer takımının, aydınların ve bilim adamlarının bilinçli bir önerisi miydi? Bunu bilmiyorum, fakat bildiğim bir şey var: Bazı büyük insanlar, başardıklarıyla birlikte unutturulmak isteniyor! Bilhassa, Cumhuriyet Dönemi aydınlarından, devrimcilerinden, askerlerinden, bilim ve fikir adamlarından, bildiklerimiz var. Bunların, mevcut iktidarların bilinçli tercihleriyle unutturulmaya çalışıldıklarından son derece eminim. Daha açık bir ifade ile Mustafa Kemal’in yakınında ve çevresinde bulunanlardan birçoğunu, bugünkü neslin hiç tanımadığını rahatlıkla söylememiz mümkündür.

Bu konuda Batılı (İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, ABD) kişilerin, kurum ve kuruluşların çalışmalarını da göz ardı etmemek gerektiğini söylemeden geçmek doğru olmaz. Bilhassa Birinci Dünya Savaşı öncesi, İngiltere Savaş Bakanlığı bünyesinde kurulmuş bulunan ve bir ajitasyon merkezi gibi çalışan Wellington Hause’yi, bu tip işlerdeki başarısı ile örnek gösterebiliriz. Bu kurumun görevlerinden birinin “yetişen nesli, millet olma duygusunu güçlendiren kültürel ve tarihi bağlarından koparmak” olduğunu göz önüne alırsak, bunların dilimizi, tarihimizi, edebiyatımızı, şiirimizi, örf, adet ve geleneklerimizi; büyük ve tarihi şahsiyetlerimizi ne kadar tahrip etmeye çalıştıklarını anlayabiliriz. Fakat bu tahribatın boyutlarını hemen anlamak pek mümkün olmadığı için, seneler sonra, toplumda değer yargılarının değiştiğini fark ettiğimizde artık iş işten geçmiş olmaktadır. Yani tahribat o kadar büyüktür ki, milleti meydana getiren fertlerin, aynı ideali paylaşmadıklarını, aynı dili konuşmadıklarını, aynı değerlere inanmadıklarını gördüğümüzde, şaşırıyor ve “Ne oldu bize?” diye kendi kendimize soruyoruz. Aslında olan şu; bize, bizi unutturuyorlar, farkına varamıyoruz.

Özgürlük ve bağımsızlık mücadelemizin sonunda kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Milleti’nin geleceği uğruna, canları dâhil, her şeylerini ortaya koyan isimler için neden hâlâ “Milli Bir Hafıza” oluşturmuş durumda değiliz? Buna kim ya da kimler engel oluyor? Ne, başkomutanın istediği zaman içinde tepeyi ele geçiremediği için canına kıyan Albay Reşat Bey’i, ne bağımsızlık aşkıyla yanıp tutuşan ve hastaneden taburcu edilmeyeceğini öğrenince kaçarak Büyük Taarruza katılıp şehit düşen 22 yaşındaki Teğmen Yıldırım Kemal’i, Köprülü Hamdi Bey’i, İstanbul’da işgal kuvvetlerine karşı canları pahasına mücadele eden Eczacı Hulusi Bey’i, Galip Vardar’ı, fedakâr ve kahraman Bahriye binbaşısı Muhiddin Bey’i, iki çocuğunu bırakarak cepheye koşan Kara Fatma’yı, hangimiz biliyoruz, hangimiz tanıyoruz?

Bizi bu düşüncelere götüren bu kahramanlara, bir örnek de çevremizden verelim:

Askeri Tıbbiyeyi (Tıp Fakültesi) bitirdiği zaman genç bir doktor teğmen olarak göreve başlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın başladığını duyar duymaz cepheye koşan, savaşın sonunda, ailesini bile görmeden, Tıbbiyede iken birlikte Türk Ocaklarını kurdukları arkadaşlarının başlattıkları “Köycülük” hareketine, Kütahya’nın Emet kasabasına gönüllü giderek katılan, köylerinde, kasabalarında hekim yüzü görmemiş insanlara sağlık yardımına koşan; Yunanlılar Kütahya’ya yaklaştıkları zaman kurduğu bir milis birliği ile Milli Mücadeleye katılan Fazıl Doğan Bey’den söz edeceğim.

Fazıl Doğan’ı, daha başka alanlarda da faal olarak görürüz. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Ayvalık’a gelip, Köycülük Hareketine devam eder, Ayvalık’ta bir okul kurar, Türk Ocaklarını açar, Halk Evlerinin kuruluşuna gönüllü olarak destek verir ve ölünceye kadar, kurtuluşa hizmet ettiği gibi kuruluşa da, hizmet ederek Türk Devriminin yerleşmesi ve kökleşmesi uğrunda bir ömrü feda eder.

Şimdi soralım; Fazıl Doğan Bey’i kaç Ayvalıklı tanıyor? Neden Ayvalık’ta bir Fazıl Doğan Müzesi, Fazıl Doğan adını taşıyan bir okul yok? Halil Gür Hocamızın ve çevresinde bulunan birkaç kadir bilir dostunun sayesinde bu yıl, eski Türk Ocağı binasının bulunduğu alana Belediye Meclisince “Fazlı Doğan” adı verildi. İnşallah bu bir başlangıç olur, Fazıl Doğan gibi, diğer kahramanlarımızı da hatırlamamıza vesile yaratır ve hak edenler, milletin gönlünde hak ettikleri yerlerini alırlar.

Halkayı çevremizin dışına doğru genişletirsek; üzerinde herkesin mutabık olduğu, doğru, dürüst, iyi ahlaklı, ilkeli, Atatürk ilke ve Devrimlerine candan bağlı, Atatürk dönemi Adalet Bakanımız Mahmut Esat Bozkurt’u, Milli Eğitim Bakanımız Reşit Galip’i, eski Başbakanlardan Şükrü Saraçoğlu’nu kaç kişi tanıyor? Kaç kişi haklarından bir sayfalık bir sunum yapabilir? Bunlarla ilgili yazılmış kaç kitap yayınladık? Kaç tane yaşanmış öykü dinledik? Kaç tane film izledik? Kaçının yaşamları sinemaya, televizyona aktarıldı? Bir elin parmaklarını geçmez değil mi?

Cumhuriyet ile birlikte “Yeni Modern Türkiye” kurmaya yönelenlerin, yokluktan ve sefaletten, acı ve gözyaşından “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni kuranların kaçının adlarını biliyoruz? Kendi kahramanlarının adlarını bile bilmeyenlerin, Marks’ın, Lenin’in, Engels’in, Tito’nun, Mao’nun, Ho Şi Mih’in, Che Guvera’nın, Fidel Kastro’nun adlarını, soylarını, ezbere sayanları hatırlayınız… Sözümüz sakın yanlış anlaşılmasın, biz “onları sevmeyin, adlarını ezbere bilmeyin” demiyoruz. Öğrenin, hatta hayatlarını derinlemesine öğrenin; ama “içinde yaşadığınız bu özgür ortamı size canları pahasına miras olarak bırakanları da unutmayınız” diyoruz.

Atatürk’ten hemen sonra II. Cumhurbaşkanı – Milli Şef – İsmet İnönü devri başlar. O devir ile birlikte iş başı yapan yeni kadro, Atatürk dönemi devrimcilerini bir kenara iterler, onların adlarını, sanlarını, yaptıkları işleri bir kalemde silip çöplüğe atarlar. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi, (öğrenimin birleştirilmesi) modernliğin temeli sayılan bir kanunun kabul edilmesi için gece gündüz demeden, varını yoğunu ortaya koyarak müthiş bir mücadele sergileyen Dr. Reşit Galip, Medeni Kanunu anlatabilmek için yıllarca uğraşan Atatürk devrimleri ve Türk devrimi sevdalısı Mahmut Esat Bozkurt, on dört yıl Fenerbahçe kulübü başkanlığı ve üç yıl başbakanlık yapmış, fakat maça girmek için bilet kuyruğunda beklemekten gocunmayan Şükrü Saraçoğlu gibi, Cumhuriyet’in fedailerini, yok farz etmenin, kime ne yararı olduğunu anlamak mümkün değildir. Devir değişir, şahıslar da değişir… Bu normaldir. Anormal olan değişen devirle birlikte, gelenlere koltuğu sağlam teslim edenlerin unutturulmaya çalışılmasıdır!

Bugün, bir kesimde kronik hale gelen bir Atatürk düşmanlığı olduğundan, herhalde sağlıklı düşünebilen herkes hem fikirdir. Unutturulmak istenenlere baktığınız zaman, Atatürk’ün çevresinde olanlar ve Cumhuriyet’in temel ilkelerini, hayata geçirmek için çalışanlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden aklımıza gelen bir komplo teorisini hatırlatalım; bu tür uygulamalarla Mustafa Kemal’i yalnızlaştırmak ve sonra da, direk O’na saldırmayı düşünüyor olabilirler. Bize göre, bu eğer böyle ise, ham bir hayaldir; çünkü milletin gönlüne kazınmış bulunan Mustafa Kemal Atatürk adını yok etmeye hiç kimsenin gücü yetmez…

Şimdi, “Önce vatan” diyenlere, hiçbir siyasi kaygı taşımayanlara düşen görev, Atatürk ile birlikte, kanları ve canları pahasına Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranları, gelişmesine, büyümesine katkıda bulunanları unutmamak ve unutturtmamaktır!

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu