Yazarlar

AKDENİZ ADALARINDA TÜRK VARLIĞI

MİDİLLİ ADASI

              Aydın AYHAN


Devlet-i Âli Osman zamanında Akdeniz Adaları “Cezair-i Bahri Sefit Vilayeti” olarak anılırdı. Yüzyıllarca bizim olmuş olan bu adalar devlet adamlarının basiretsizliği ile elimizden uçup gitmiş, 2. Dünya Savaşı sonrası da gene ayni basiretsizlikle hiçbir zaman Yunanistan’ın olmadığı halde Yunanistan’a bırakılmıştı. Her an çıplak gözle evlerini, arabalarını gördüğümüz Midilli’yi, bağırsak sesimiz duyurabileceğimiz kadar yakınımızda olan Meis’i göz göre göre nasıl kaybettiğimize hala şaşarım.[1]
Buralardaki Türk ve Müslüman ahali bugün Rodos dışında “Mübadele” ile veya bir şekilde baskılara dayanamayarak Türkiye’ye göçtüler. Ayvalık ve Edremit körfezinde “Adalılar” buralardan gelmişlerdir. Bunların yaşlıları bugün bile aile arasında Rumca konuşabilmektedirler.
Bugün Akdeniz Adaları’ndan sadece Bozcaada (Tenedos) ve Gökçeada (İmroz) Türkiye’nin topraklarıdır.
Osmanlı Devleti zamanında buralara hiçbir zaman “Ege” denilmemiştir. Hep “Akdeniz Adaları” olarak geçmekte ve idari yönde vilayet statüsünde bulunmaktadır. Vilayet merkezleri devre göre farklı yerlere alınmaktadır.
Atatürk; “Büyük Taarruz”da muzaffer Türk Ordularına verdiği emirde: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” derken Akdeniz diye kastettiği; o zamanlara kadar hep “Akdeniz” diye anılan Ege Denizi’dir.
Bu yazıda Devlet Arşivlerinde bulunan belgelerin yardımıyla Osmanlı Devleti dönemine ışık tutmak istiyoruz.
 
MİDİLLİ ADASI

Midilli, Akdeniz Adaları’nın (Cezair-i Bahr-i Sefid) en büyüklerinden birisidir. Karadeniz kapıları üzerinde önemli bir durak yeri olmuştur.
Devlet-i Âlî Osman, aldığı her yeri evvelce adet olduğu üzere yönetmeyi, oranın gelir ve halkın durumuna göre vergilendirmeyi idari ve mali açıdan daha uygun gördüğünden yerel “Kanunnameler” hazırlamıştı. Bu “Kanunname”ler zaman geçtikçe değişen durumlara göre yenilenmiş veya değiştirilmişti. Midilli ile ilgili ilk “Kanunname” 1488 yılına ait kanunnameler arasında bulunan “Midilli Sancağı Kanunnamesi”dir.[2] Ayni Midilli Kanunnamesi daha sonraları zamanın değişen şartlarına göre 1520[3] ve 1593[4] de de vaz edilmişti. “Midilli Sancağı” 1653 de “Eyalet-i Cezâir-i Kapûdan” a bağlı on üç sancaktan birisi idi.[5] Bu eyalet daha sonra “Cezair-i Bahr-i Sefid” adını almıştı.
Pîrî Reis, Osmanlı Tarihi’nin en büyük denizcilik kitaplarından birisi olan “Kitab-ı Bahriye”sinde Midilli’den şöyle bahseder: “Bu ada dağlık bir yerdir. Akarsuları vardır. Çevresi yüz atmış mildir. En meşhur kalesi adanın gün doğusu tarafında poyraza karşı ve Anadolu karşısındadır. Sivri bir kayalık burnun üzerinde kurulmuştur. Bu burnun iki tarafı iki limandır. Önündeki liman yıldız tarafındadır. “Yeni Liman” denir ve kâfir yapısı bir kalesi vardır. Bu liman yıldız rüzgârına açıktır. Kıble tarafındaki limana “Eski Liman” denir. Bütün rüzgârlara karşı muhafazalıdır. İyi bir limandır. Fakat büyük barçalar giremez. Sığdır. Kale önündeki Yeni Limanın altı mil kadar yıldız tarafında küçük bir adacık vardır…”[6]
 
TARİH NOTLARI
Türkler tarafından fetihten önce Midilli, “Gattilusio” isimli bir Ceneviz ailesinin yönetimi altında idi. Bu aile bağımsız bir prenslik olarak Meriç Nehri ağzındaki Enez kalesi, Midilli, Limni, İmroz, Semendirek ve Taşoz adalarının da hâkimi idi.[7]
Cenevizliler bütün Karadeniz kıyıları dâhil hemen hemen Anadolu’nun her yerinde ticaret kolonileri kurmuşlardı. Anadolu’nun hâkimi olan Bizanslılar, uzun yıllar süren savaşlar, bir türlü önüne geçilemeyen salgın hastalıklarla büyük insan kırımına uğramış, Anadolu adeta insansızlaşmıştı. Hatta yüzyıllar boyu, en az beş yüz yıl, İran ve Bulgarlarla savaştığı için büyük bir devlet ve savaş geleneği olan Bizans ordusu,  insansızlık nedeniyle aslında o zamanlar pek de askerlikten anlamayan Türkmenlere karşı duramamış, hattâ Trakya’ya kadar gelmiş olan Kuman, Peçenek gibi Hıristiyan Turkopolleri paralı asker olarak kiralamak zorunda kalmıştı.

MİDİLLİ KALESİ
İnsansızlıktan Anadolu’da pek çok kale boşaltılmış, pek çok şehir terk edilmişti. Türkmenler ilk geldiklerinde bu boş yerlere ticari koloni ve depo olarak yerleşen Cenevizlileri gördüklerinden buraların sahiplerini Cenevizliler sanmışlardı. Bugün Anadolu’daki bütün kaleler, yıkıntılar köylülere sorulduğunda  “Cenevizlilerden kalmış” olduğunu söylerler.
İstanbul’un fethiyle Karadeniz kapılarını tam olarak kontrol altına alan Sultan Mehmet, Akdeniz boğazı önünde bulunan adaları da devletine katıp stratejik olarak buraların da kontrolünü eline almak istiyordu.
Bu tarihlerde bir korsan yatağı halinde bulunan adalardaki hiçbir şekilde kontrol altında tutulamayan korsanlar (izbandit), Karadeniz – Akdeniz arasında çalışan ticaret gemilerine zarar veriyorlardı. Korsanlık, Romalılardan bu yana yüzyıllardır devam ediyordu ve geçen yüzyılın başına kadar da devam etmişti.
Sultan Fatih, Vezir-i âzam Mehmet Paşa’yı Midilli ve diğer adaları “fethe memur” etti. 1456 da Osmanlı donanması İmroz, Taşoz, Semendirek adalarını ele geçirdi.[8]
1461 de Vezir-i âzam Mehmet Paşa, büyük bir donanma ile Midilli önüne gelirken, Sultan Fatih de büyük bir kara ordusu ile Bursa- Balıkesir-Kemer- yolunu takip ederek Ayazmend (Altınova)e geldi. Buradan Midilli’ye geçen Osmanlı Ordu’su 1462 son baharında yirmi yedi gün süren bir kuşatma sonunda kaleyi fethetti.[9]
Sultan Fatih Midilli’yi alınca direnişte bulunan yerli halkı sürdü, paralı askerleri öldürttü, zanaatkâr, tarımla uğraşan ve kale dışında yaşayan yerli halkı “cizye” ye bağlayarak orada bıraktı. Ve burayı Anadolu Beyliklerinden Türkmenlerin yerleşimine açtı. Hemen Osmanlı toprak düzenine sokarak kurduğu “Timar”ları bunlara verdi.[10]

MİDİLLİ ADASI MOLİVOS KALESİ
Midilli Adası “Cezair-i bahrî Sefid Eyaleti”ne bağlı idi.[11] Midilli Adası’nın diğer Akdeniz adaları içindeki farklı konumundan ötürü gerek Kanuni Sultan Süleyman döneminde, gerek diğer padişahlar dönemlerinde çıkarılan “Kanunname-i Liva-i Cezire –i Midilli” kanunnameleriyle vergi ve yönetim açısından ayrı bir statü içinde kabul edildi.[12]
Bu kanunnameler incelendiğinde Midilli Adası’nda İslam ve Hıristiyan ahalinin uyum içinde yaşadığı, İslam ahalinin sadece küçük bir vergi indirimlerinin olduğu görülür. Kanunnamelerde; Midilli Adası’nda incir, zeytin, üzüm, çeltik, pembe (pamuk), bostan hasat edildiği, ayrıca; at, katır, sığır, koyun, ipek böceği yetiştirildiği, buradan; zeytin, zeytinyağı, sabun, peynir, peksimet, şıra, yün, ipek, tuz, bal, mum, zift katranı ihraç edildiği görülmektedir.

MİDİLLİ’DE MEDRESE VE ZAVİYELER
Midilli’de camilerin hepsi bir vakfa bağlanmıştır. Bu vakıfların gelirleri sadece caminin ve müstemilatının tamir ve bakımı için değil, görevli imam, müezzin ve hizmetlilerin her türlü masrafı için harcanıyordu. Vakıfların gelirlerinin bir kısmı da Midilli Adası’nın Hac yolunda bulunması ve Kıbrıs, Rodos, Girit, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir gibi yerlere yapılan deniz ulaşımının sağlandığı yol üzerinde çok önemli bir durak olması dolayısıyla, tüccarların, yolcuların ve hacıların misafir edilebilmesi amacıyla han, zaviye ve imarethaneler için de harcanırdı.

MİDİLLİ İDÂDÎSİ
BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVLERİNDE MİDİLLİ İLE İLGİLİ
CAMİ, MEDRESE, ZAVİYE VE BUNLARLA İLGİLİ VAKIF KAYITLARI
Balibeyzâde Hasan Bey Cami ve Zaviyesi Evkafı[13]
Mehmet Kethüda Vakfı[14]
Kavak’ta Midillili Ali Reis Camii Vakfı[15]
Defterdar Mehmet Bey Vakfı[16]
Hayrettin Paşa Medresesi(Kale içinde)[17]
Bektaşi İbrahim Baba Zaviyesi (Bektaşi Tekkesi)[18]
                 (Bu tekke için şöyle bir kayıt var: “ Midilli’de Kesleki nahiyesinde Ayasu karyesinde İbrahim Baba zaviyesi Bektaşilere meşrut olduğu halde, yanındaki Mevlevî zaviyesi şeyhi hilaf-ı şart kendi zaviyesine kalb ettirerek Bektaşi fukarası meydanları halî  ve muattal kaldığından ref’iyle şurûtu mucibince tevcihi..”)
Hacı Ali Camii Vakfı[19]
Fatih Sultan Mehmet Camii Vakfı[20]
Fatma Hatun Mescit ve Hankâhı[21]
Şeyh Cankurtaran Tekkesi[22] (Sinanî Tekkesi-Çeşm-i Siyah Sinan Bahçesi denilen yerde)
Aziz Mahmut Hüdayî Tekkesi Vakfı[23] (Molova Kazasında)
Molova’da Küçük Kale Camii[24]
Preme’de Hacı Hasan Ağa Camii
Kaptan-ı Derya Cezairli Hasan Paşa Evkafı[25]
Sığır Limanı Palangası Camii[26]
Çömlek Köyü Camii[27]
Şeyh İsmail Efendi Tekkesi[28] (Sinanî Tekkesi)
Molova’da İskender Baba Zaviyesi[29] (Bektaşi Tekkesi)
Mihrişah Valide Sultan Evkafı[30] (Katalonya’da)
Şerif Ebül Hasen Hazretleri Türbesi[31]
Küçük Sinan Çelebi Vakfı[32](Katırtoz Köyü aya Marina Bahçesinde)
Kutb’ul Arifîn Sarı Baba Zaviyesi[33]
Molova’da Mehmet Efendi Vakfı[34]
Komi(Kumi) Köyü Abdurrahman Ağa Camii
Valide Sultan Kethudası Yusuf Ağa Vakfı
Hüdaverdi Reis Camii
Şeyh Mustafa Efendi Tekkesi(Kadirî Tekkesi)
Ümmü Gülsüm Camii
Çınarlı Camii Medresesi
Sipahizade Mehmet Ağa Vakfı[35]
Kevvakizade Vakfı
Hacı Mehmet Ağa Camii
Abdülganidede Vakfı (Mevlevî Vakfı)
Kale’de Ulya Camii
Mirgün Camii

MİDİLLİ – MOLİVOS’TA YIKILMIŞ MİNARESİ İLE MOLİVOS CAMİİ
Midilli Adası’nda cami, vakıf ve tekkelerin çokluğu burasının Hac yolu üzerinde olmasındandır. Tarikatlar ihvanlarına kolaylık olsun diye hac yollarında tekke, zaviye ve hankâhlar açmışlardı. Ayrıca Hacca giderken vefat eden bazı tarikat şeyhleri adına da türbe yapılmış, tekke kurulmuştu.
Mesela Hazret-i Hasan soyundan gelen Şerif ebu’l Hasen, Hacca giderken vefat etmiş, Midilli’ye gömülmüş, sevenleri tarafından kendisine burada bir türbe yaptırılmıştı. Kutb’ul Arifîn Sarı Baba’nın kimliği hakkında pek bir şey bulamadım. “Babalık” unvanından Bektaşî olabileceğini sanıyorum. Midilli’de muhafızlar yeniçeri ve azap askerleri olduğu için, bu asker ocak ocaklarının Bektaşî olması dolayısıyla Midilli’de çok köklü bir Bektaşilik yaşanmaktaydı. Ayrıca Midilli’deki Türkmenlerin Alevî ve denizci leventlerin de Bektaşî ocaklarına bağlı olması Bektaşiliği güçlendiriyordu.

MİDİLLİ’DE TARİKATLAR
Bektaşilik (Türkmenler arasında Alevilik) Tekkeleri var.
Mevlevilik –Mevlevihane var
Kadiri Dergâhı
Sinanî Dergâhı
Celvetî  (Hüdaî Dergâhı)
Ahiler (Esnaf teşkilatı)
Halvetî Dergâhı

MİDİLLİ’DE SAHABE MEZARLARI
İslam orduları, ilki 668-669 da başlamak üzere İstanbul’u fethetmek için birçok teşebbüste bulundular. İkinci teşebbüs 672 de yapıldı ve başta Hazret-i Ebu Eyyub el Ensarî (Eyüp Sultan) olmak üzere pek çok sahabe bu seferde şehit oldular. İlk teşebbüsten tecrübe kazanan İslâm ordusu 672 de Marmara’nın kapısı önündeki en önemli kilit durumunda olan Midilli Adası’nı ele geçirerek harekât için üs olarak kullanmak istediler. Midilli’yi fethetmek için uğraşan Araplar burada yapılan savaşta şehit düşen sahabeleri hemen öldükleri kale dibine defnettiler. Ve üzerlerine türbe yaptılar. Osmanlı fethine kadar bu türbe buralarda ticaret yapan Arap tüccarlar tarafından korundu.
Bu sahabeler şunlardır:[36]
Said bin As
Zekran bin Cübeyr el Haris bin ebu Abd el Huneysî
İbn ebu Abdülcins
            Hacca gidenler Midilli’ye geldiklerinde mutlaka bu Sahabe mezarlarını ziyaret ederlerdi. 1844 de Sultan Abdülaziz Avrupa’ya giderken ve 1911 de Sultan Mehmet Reşat, İzmir gezisi sırasında bu türbeleri ziyaret etmiş, onarılmalarını sağlamışlardı. Bu sahabe mezarları daha sonra Yunanlılar tarafından tamamen tahrip edilmiştir. Bugün yerleri bile belli değildir.

MİDİLLİ’DE YÖNETİM
Midilli’de, Osmanlı döneminde büyük tersaneler ve önemli askeri üsler bulunduğundan kurumlar arasında bir şekilde ortak bir yönetim vardı.
Kaymakamlar, mutasarrıflar, daha sonra valiler, devletin en yetkili kişileri idi. O dönemlerde; valilere, devlet adına tasarruf yetkisine haiz, iş yürüten kimselere de mutasarrıf denirdi. Bunlar ayrıca vergi memuru tayin edebilme, vergi toplatma yetkisinde de sahiptiler.
Nazırlar; liman yönetimi, tersane ve tersane için kereste temin etme ve nakil işlerine nezaret ederlerdi.
Alay Beyi, Midilli Adası ve çevre adalarda bulunan kalelerdeki askerlerin genel komutanıydı. Muhafız da denirdi. Kele ve palanga komutanları “Dizdar” dı.

TİMARLAR
Osmanlı toprak düzeni içinde yüz yıllarca devlet çiftlikleri olarak yönetilmiş olan topraklardı. Midilli Adası’nda; bulunan timarların önemli olanlarından bazıları: Yere Nahiyesi, Kelemiye Nahiyesi İbod köyü ve diğer köyler, Oşkondo, Kelembe Nahiyesi, Pilmar, Gelme Nahiyesi.[37]
Tersanelerin keresteleri; Ayazmend, Edremit, Bayramiç, Tuzla, Kemer Edremit gibi Batı Anadolu’ da Midilli’nin hemen karşısında, çok yakınındaki ormanlık alanlardan temin edilirdi.  Burada 51 zirâlık[38] oldukça büyük kalyonlar inşa ediliyordu.[39] Bir kalyon için 3506 metre küp kereste gidiyordu.[40] Ayrıca Tuna’da dolaşan “İnce Donanma” için şehturlar da burada inşa edilirdi.
Midilli kalelerinin muhafızları yeniçeri[41] ve azaplardı[42]. Kalelerde ayrıca “topçuyan”[43] ve “gönüllüyan-ı yesar” gibi askeri birlikler de bulunuyordu.[44] Ayrıca gerekli durumlarda Edremit ve Bergama bölgelerinden de asker gönderiliyorlardı. Balıkesir yöresinde yaylayan bazı Türkmenler “askerlikle vergilendirildikleri” için harp durumlarında adanın korunması için geçici olarak Midilli’ye gönderilirlerdi.[45]
26.10.1862 de Midilli “Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti”(Akdeniz Adaları) merkezi yapıldı.[46] Bu tarihten itibaren “Kaymakam” yerine “Mutasarrıf” denildi.

MİDİLLİ ÇARŞI HAMAMI
 
MİDİLLİ YÖNETİCİLERİ
(İSİMLERİNİN GEÇTİĞİ BELGELERDEKİ TARİHLERE GÖRE)
Muhafız Halil Paşa                            Nisan 1657
Muhafız Abdullah Ağa                      Ocak 1679
Muhafız Mehmet Ağa                        Mart 1680
Muhafız Ebubekir ağa                       Nisan 1689
Mutasarrıf Divane Mehmet
Paşazade Ahmet Paşa                        14.02.1716
Mutasarrıf İsmail Paşa                       Temmuz 1720
Mutasarrıf Abdülkadir Paşa               Mayıs 1739
Muhafız Vezir Osman Paşa               Ekim 1771
Muhafız Vezir Vanlı Mehmet Paşa   30.04.1808
Kaymakam Ali Rıza Efendi               Şubat 1840
Kaymakam Rıza Bey                         18.06.1843’de tayin – 30.07.1843’de azil
Kaymakam Salih Bey                        Ocak 1845’de tayin – 03.09.1845 de azil
Kaymakam Hacı Hüsam                    03.09.1845’de tayin – 12.08.1846’da azil
Kaymakam İsmet Paşa                      12.08.1846’da tayin
Kaymakam Salih Bey                        14.11.1847’de (yeniden) tayin
Kaymakam Mustafa Bey                   02.12.1848’de orada (1852’de Paşa)
Kaymakam Hasan Bey                      05.10.1859’da tayin
Kaymakam Ali Kemal Efendi           29.11.1860’da tayin
Kaymakam İşkodralı Hasan Bey       22.09.1861  (08.11.1862’de Rodos’a)
Mutasarrıf Ahmet Âtâ Bey                26.10.1862
Mutasarrıf Osman Paşa                      29.03.1863
Mutasarrıf Ali Bey                             12.02.1874
Mutasarrıf Rauf Bey                          23.03.1879
Mutasarrıf Namık Kemal Bey           Kasım 1880
Mutasarrıf Agâh Efendi                     Eylül 1885
Mutasarrıf Mustafa Fahri Bey           Eylül 1886
Mutasarrıf Abdülvahap Paşa             10.03.1890
Mutasarrıf Tevfik Paşa                      28.03.1890
Mutasarrıf Hasan Paşa                       Ocak 1892
Mutasarrıf Mustafa Paşa                    Temmuz 1893
Mutasarrıf Hıfzı Bey                          31.07.1893 – 04.09.1894 de azl
Mutasarrıf Abdülrefî Bey                  10.09.1894
Mutasarrıf Mustafa Tevfik Paşa        17.05.1896  – 1899
Mutasarrıf Mehmet Reşit Paşa          22.03.1900 (Nisan 1902’de vefat)
Mutasarrıf Ali Galip Paşa                  01.05.1902
Mutasarrıf Nusret Paşa                      30.04.1906’de geldi
Mutasarrıf Ali Galip Paşa                  24.08.1908 (yeniden)
Mutasarrıf Ali Faik Efendi                20.09.1909
Mutasarrıf Aram Efendi                    20.10.1912

                 (Mutasarrıf Hıfzı Bey’in 04.09 1894 de azledilmiş olmasına rağmen 1896’da da bir şekilde görevde olduğu, bazı kâğıtlarda görülmektedir. İstanbul’da yüksek makamlarda kendisini bir kollayanı olmalı ki kendisinden sonra gelenlerin görevleri kâğıt üzerinde kalmış. Hıfzı Bey, müthiş rüşvetçi birisi. Hakkında yaptıkları ayyuka çıkmış olmalı ki İstanbul’a giden pek çok şikâyetten sonra görevden azledilmiş. Hatta son olarak, babalarından rüşvet alabilmek için, güya Rumlara karşı bir ihtilal hazırlığında oldukları iddiasıyla İslam ahalinin ilkokul öğrencilerini tutuklatmıştı. Tabi olay İstanbul’a duyurulunca hemen oradan uzaklaştırıldı. Fakat birkaç yıl sonraki farklı yerlere ait bazı kayıtlarda bu herife gene Rumeli’de bir yerlerde görev verildiğini gördüm. )

ALAYBEYLERİ
Miralay-ı Cezire-i Midilli El Hac İshak Ağa            Mayıs 1720
Dizdar-ı Midilli Seyid Mustafa Ağa                        Mayıs 1729
Alaybeyi Halil Ağa                                                      Mart 1777

TERSANE AMİRLERİ
Nazır Ömer Ağa                                                        Ağustos 1711
Nazır Elhaç Hasan Ağa                                                 Nisan 1763
Nazır Hacı İsmail Ağa                                                     Mart 1773
Nazır Süleyman Ağa                                                   Haziran 1784
Nazır Osman Ağa                                                            Eylül 1785
Nazır Ahmet Ağa                                                             Ekim 1785
Nazır Seyyid Ömer Ağa                                                 Aralık 1788
Nazır Mehmet Sadık ağa                                                  Mart 1794
Nazır İsmail Ağa                                                              Mart 1796
Nazır Kulaksızzade Mustafa Ağa                                            1829
Nazır İsmail Bey                                                            1834 – 1836

KASABALAR
Pilmar, Moliva, Botmoz, Yunda, Pre, Suğra
NAHİYELER
Ayasu, Polihnet, Mandamanda, Bire(Perme), Premedi, Kolonya, Gelembe (Gelme)
 
YUNDA ADASI
Ayvalık’ın hemen karşısındaki ve bir köprü ile Ayvalık’a bağlı olan Alibey Adası’na Yunda Adası denirdi. Yunda Nahiyesi idari yönden Ayvalık’a değil, Midilli’ye bağlı idi. Kiliseleri de Midilli Metropollüğüne bağlıydı.
 
OSMANLI DÖNEMİNDE TESPİT EDEBİLDİĞİM YUNDA YÖNETİCİLERİ:
1795 Voyvoda Hasan Ağa
1823 Muhafız Kara Osman zade Mehmet Bey
1853 de Müdür Mehmet Bey azledildi.
1853 de Müdür Bekir Ağa tayin edildi
1860 de Müdür Mehmet Ağa azledildi
1860 de Müdür Melik Ağa tayin edildi
1880 Kaymakam Ziya Bey
1888 Kaymakam Refî Bey
1889 Müdür Yovanaki Efendi
1895 Müdür Mehmet Sadık Efendi
1896 Müdür Muhammet Niyazi Efendi
1889 Müdür Hayri Bey Efendi
1900 Müdür Yovanaki Efendi
1901 Müdür Anastas Efendi
1903 Müdür Ahmet Sabit Efendi
1903 Müdür Mehmet Bahaettin Efendi
1905 Müdür Zühtü Efendi
1907 Müdür Mehmet Zahit Efendi
1918 Müdür Vasıf Bey
1919 de Müdür Ahmet Nail Efendi
1919 Eylül Müdür Ömer Celalettin Efendi atandı

MİDİLLİ’DE YABANCI KONSOLOSLUKLAR
Belçika Konsolosu, İngiliz Konsolosluğu, Rus Konsolosluğu, Yunan Konsolosluğu, Amerikan Konsolos Vekilliği, İsveç Konsolos Vekilliği, Norveç konsolos Vekilliği
 
MİDİLLİ TÜRKMENLERİ
1Eylül 1922’de artık yenildiğini ve Anadolu’daki maceralarının sona erdiğine inanan Yunan ordusu her tarafı yakıp yıkarak çekilmeğe başladılar.
İşgal altında kalmış olan Anadolu’nun batı bölgesindeki Hıristiyan ahali de işgal günlerinde Türklere yaptıkları bazı gereksiz taşkınlıkların intikamından korkarak çekilen Yunan ordusu ile beraber Yunanistan’a kaçtılar.
Yunanistan’ın her tarafı sayıları bir buçuk milyonu bulan bu mültecilerle doldu. Yunan devleti uzun süren harpten dolayı her bakımdan tükenmişti. Harp yıllarında gençlerin tamamı silah altında olduğundan tarım üretimi tamamen durmuştu. Halk açlık sınırında yaşıyordu. Bir de bu beklenmedik sayıdaki muhacirleri gelişi her şeyi alt üst etmişti.
Lozan görüşmeleri başlar başlamaz(20 Kasım 1922) Yunan heyeti başkanı Türk heyeti başkanı İsmet Paşa’ya(İnönü) “Vatandaşlarınızı ne zaman geri alacaksınız?” diye sordu. “Hiç bir zaman.” cevabını aldı. Türkler, Hıristiyan ahalinin Anadolu topraklarını terk etmiş olmasını “Allah’ın bir lütfü” olarak gördüğünden Yunan heyetinin yaptığı “Anadolu’nun harp yapılmamış diğer bölgelerinde yaşayan yerli Hıristiyan ahali(Rum) ile Adalarda ve Trakya’da yaşayan Türklerin mübadelesi önerisini memnuniyetle karşıladı.[47]
30 Ocak 1923 de “Yunanistan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Protokol” imzalandı. Bu protokol çerçevesinde Türk gemileri Anadolu limanlarından Hıristiyanları alıp Yunanistan limanlarına götürdüler, geri gelirken de buralarda toplanan İslam ahaliyi alıp Türkiye’ye getirdiler. Bu, tarihte eşi benzeri görülmemiş olan insan değişimine “mübadele”, gelenlere “MÜBADİL” denildi.
Gelenlerin sayısı beklenenin çok üzerinde oldu. Binlerce aile Türkiye’nin çeşitli limanlarına çıkarıldılar. İskan yeri olarak belirlenen bütün şehir ve kasabalarda kurulan iskân komisyonları daha önce tespit edilmiş olan, Anadolu’yu terk etmiş olan yerli Hıristiyanların “emlak-ı metruke” denilen ev, dükkan ve arazileri bu gelen “mübadillere” dağıtıldı.Ayni şekilde buradan gidenlere de Yunanistan’da onların mülkleri dağıtıldı.
Burhaniye’ye Midilli’den mübadil gelen 952 hane içinde 30 hane de Türkmen ailenin bulunması hemen dikkati çekti. Bunlar giyimleriyle diğer mübadillere pek benzemiyorlardı. Midilli’den gelen bu Türkmenler özellikle diğerlerine göre çok temiz Türkçe konuşuyorlardı.
Mübadillerin büyük kısmı isimleri ve dinleri dışında Türkçelerini büyük ölçüde unutmuşlar, kendi aralarında Helence konuşuyorlardı.[48]Midilli’den gelen Türkmenler ise hemen hemen hiç Yunanca bilmiyordu. Sadece ticari ilişkileri dolayısıyla erkeklerin bazıları biraz Yunanca konuşabiliyor, kadınlar ise hiç bilmiyorlardı.
Midilli Türkmenleri’nin giysileri tamamen Anadolu Çepni ve Tahtacı oymaklarının giysilerine benziyordu. Özellikle Türkmen kadınlar giyim bakımından adadaki Hıristiyanlara benzememek için son derece inat etmişler, özen göstermişlerdi. Ne de olsa onlar “adayı fethedenlerin” soyundan geliyorlardı. Onlar “TÜRKMEN”diler
Yunanistan’dan gelen diğer “mübadiller”in pek çoğu İslam oldukları halde Hıristiyan bayramları olan paskalyaları geldikleri yerlerdeki eski Hıristiyan komşularından edindikleri adetler üzerine kutluyorlar, “yumurtalı ekmekler” yapıyorlardı. Ama Midilli’den gelen Türkmenler Alevi idi ve hiçbir Hıristiyan inanç motifi ve âdetinden asırlar boyu etkilenmemişlerdi. Yüzlerce yıl önce nasıl gittilerse öyle kalmışlardı. Kendi ifadeleriyle Midilli’de “Yörük olarak” yaşamışlardı.
Yunanistan’da Midilli’de bir Alevi grubunun olabileceği kimsenin aklına gelmediğinden bu mübadil Türkmenler herkesi şaşırtmıştı.[49]
Midilli’den gelen bu Türkmenler Burhaniye’de Reşit köye yerleştirildiler.1930’lu yılların sonlarına kadar Reşit köyde kalan mübadil Türkmenler tarlaları yapılmakta olan barajın suları altında kalacağını öğrenince kendilerine yeni bir yerleşim yeri aramaya başladılar. İstimlâk bedellerini aldıktan sonra içlerinden birkaç kişi giderek İzmir-Buca sınırları içinde bulunan 4000 dönümlük bir çiftlik satın aldılar. Önce Midilli’den gelen bu otuz haneden on hane bu çiftliğe yerleşerek burada “Gökdere” köyünü kurdular.
Kalanları: Burhaniye, Pelitköy, Tahtacı köye göçtüler. Sonra buralardaki ailelerden bazıları daha Gökdere köyüne gittiler. Gökdere’ye yerleşenlerin bir kısmı zaman içinde İzmir Alsancak, Narlıdere’ye gelip yerleştiler.
İlk geldikleri zamanlarda Midilli Türkmenleri arasında halk bilim açısından son derece önemli olabilecek herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bugün sağ olan bir kaç ikinci kuşak da dedelerinden,  nenelerinden duydukları bazı şeyleri hatırlayabilmektedirler.
Midilli Adası’ ndaki Türkmenler’le ilgili Osmanlı Arşivlerinde rastladığımız az sayıda kayıtlardan bazıları şunlardır:
Midilli’de de bütün fethedilen, yani Türklere “açılan” yerlerde yapıldığı gibi iskân edilen Müslümanların dini hayatı da düşünülmüş ve hemen adet olduğu üzere buraya muhafız olarak yerleştirilen askerlerin bağlı oldukları tarikata ait tekkeler kurulmuş..
İslam tarikatları içinde savaşçı olan tek tarikat “Bektaşilik” olduğundan bütün ordu; “yeniçeri”, “sipahi” ve diğer grupları hep Bektaşî tarikatına mensup idi. Midilli’de de ilk kurulan dergâh “İbrahim Baba”  zaviyesi idi.
Midilli’de Kesleki nahiyesi Ayasu karyesinde İbrahim Baba Zaviyesi Bektaşîlere meşrut olduğu halde, yakınındaki Mevlevî Zaviyesi Şeyhi hilâf-ı şart kendi zaviyesine kalb ettirerek Bektaşî fukarası meydanları hâlî ve muattal kaldığından ref’iyle şûrûtu mucibince tevcihi..”[50]
Yukarıdaki belgeden anlaşılacağı üzere İbrahim Baba Zaviyesi sahipsiz kaldığından Mevlevîler el koymuş. Zaviyelerine sahip çıkamayan, bir ihtimal o çevrede oturmayan Bektaşîler buraya giremeyince, meydan açıp, çerağ uyandırıp  “Ayin-i Cem” yapamayınca şikâyet etmişler, belgeye göre zaviyelerini geri almışlar.
Midilli Adası’nda Kalonya kazasındaki dağlarda tahta kesen “İfraz-ı Zülkadiriye” reayalarundan bazılarını baş aşağı asarak tekaliften fazla ve zorla otuzar kuruş alındığı..”[51]
Bu belgeden anlaşılacağı üzere Midilli Türkmenlerinin  “İfraz-ı Zülkadiriye”ye[52] mensuptur. Fatih’in Çukurova bölgesini aldıktan sonra büyük Zülkadiriye grubundan ayırıp Midilli’ye yerleştirdiği Türkmenlerdendir.
Fakat zulmün böylesi…? Devlet-i Âlî Osman’ın en başarısız olduğu devlet düzeni “vergilendirmeler”dir. Hiçbir şekilde vergi adaletini sağlayamamıştı. Her eyalete göre ayrı bir vergi toplama düzeni olduğu gibi genelde vergi toplama işi birilerine ihale edilir, bu kimse vergi alınacak bölgedeki tahmini olarak belirlenen vergi miktarını önceden devlete öder, kendisi de usulen bu vergi üzerine çok küçük bir miktar koyarak halktan vergiyi toplardı. Fakat bu uygulama genelde keyfi olur, devlet güçlerini yanına alan vergi toplayıcılar (mültezimler) vergi mükelleflerini zulmen adeta soyarlardı. Bu belgede de böyle bir zalimlik görülüyor. Haksız olarak fazla para almak için zavallı korumasız Türkmenleri  baş aşağı asıp dövmüşler..
Kayıtlarda gene Midilli Adası’nda Molova kazasında bir İskender Baba Zaviyesi[53], Kutb-ul Arifîn Sarı Baba zaviyesi[54]  gibi Bektaşî zaviyeleri de geçmektedir.
1821 de başlayan “Yunan İhtilâli” ne Midilli Rumları da katılınca buradaki dirlik ve düzeni korum maksadıyla beş yüz Türkmen askerinin Balya Voyvodası Hacı Yakup Ağa[55] idaresinde gönderildiğini görüyoruz. Bunlar herhalde bugünde o çevrede yaşayan “Çepniler” olsa gerek.
Midilli Adası’nda orman işçiliği, tahtacılık ile geçinen Türkmenlerin 1911 e kadar henüz iskân edilmedikleri, ancak bu tarihte Peropli Çiftliğinde iskân kılındıkları anlaşılıyor.[56]
Midilli Türkmenleri Anadolu’ ya bu son iskân yerinden gelmiş olmalılar
Bütün sosyal yaşayışları, kültürleri, gelenek ve görenekleri Anadolu Tahtacılarından farklı olmadığını söyleyen bu ikinci kuşak Türkmenler uzun zamandan beri oynanmadığından unutulan bir zeybek oyunları olduğunu söylemektedirler. Bu oyunun Anadolu zeybek oyunlarına göre çok daha kıvrak oynandığını söylemektedirler.

[1] Zeki Çelikkol-Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçe s:25(Feridun Cemil Erkin’den alıntıyla)
[2] Doç.Dr.Ahmet Akgündüz- Osmanlı Kanunnâmeleri ve hukukî Tahlilleri  c:2  s:458-463
[3] Doç.Dr.Ahmet Akgündüz- Osmanlı Kanunnâmeleri ve hukukî Tahlilleri  c:4 s:422
[4] Prof.Dr.Ahmet Akgündüz- Osmanlı Kanunnâmeleri ve hukukî Tahlilleri  c:8  s:324
[5] Doç.Dr.Ahmet Akgündüz- Osmanlı Kanunnâmeleri ve hukukî Tahlilleri  c:4  s:474
[6] Pîrî Reis – Kitab-ı Bahrî   s::143
[7] İsmail Hami Danişmend- İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi c:1  s:277
[8] Danişmend –age.  s:278
[9] Solakzade Tarihi  c:1  s:307,  Oruç Bey Tarihi  s:119,  Tac üt Tevarih  c:3 s:68 , Tarih-i Ebulfeth  s:94,95
[10] Müneccimbaşı Tarihi  c:2  s:329 , Tac üt Tevarih  c:3  s:68
[11] Doç.Dr. Ahmet Akgündüz – Osmanlı Kanunnameleri  c:5  s:385
[12] Akgündüz – age.  s:422-425
[13] BOA.C.Ev. dosya:220 gömlek:10068 – 02 zilkade 1115 (08.03.1704)
[14] BOA.C.Ev. dosya:199 gömlek:9916 – 29 Zilkade 1115 (04.04.1704)
[15] BOA.C.Ev. dosya:657 gömlek:33115 – 29 Şaban 1119 (25.11.1707)
[16] BOA.C.Ev. dosya:4 gömlek:197 – 04 muharrem 1126 (20.01.1714)
[17] BOA.C.MF. dosya:84 gömlek 4189 – 29 Şaban 1126 (09.09.1714)
[18] BOA.C.Ev.dosya:309 gömlek:15743 – 29 Şevval 1138 (30.06.1726
[19] BOA.C.Ev. dosya:94 gömlek:4692 – 25 Cemaziülevvel 1160 (04.07.1747
[20] BOA.C.Ev. dosya:491 gömlek:24810 – 29 Rebiülevvel 1175 (08.11.1760)
[21] BOA.C.Ev. dosya:112 gömlek:5587 – 27 Rebiülahir 1175 (25.11.1761)
[22] BOA.C.Ev. dosya:32 gömlek:1595 -29 Rebiülahir 1375 (27.11.1761)
[23] BOA.C.Ev. dosya:603 gömlek:30414 – 02 Cemaziülahir 1177 (08.12.1763)
[24] BOA.C.Ev. dosya:637 gömlek:32143 – 29 Rebiülevvel 1179 (15.09.1765)
[25] BOA.C.Ev. dosya:359 gömlek:18245 – 29 Rebiülahir 1203 (27.01.1789)
[26] BOA.C.Ev. dosya:439 gömlek:22236 – 15 Şaban 1206 (19.04.1791)
[27] BOA.C.Ev. dosya:283 gömlek:14436 – 29 Cemaziülevvel 1211 (30.12.1796)
[28] BOA.C.Ev. dosya:411 gömlek:20825 -29 Recep 1216 (05.02.1801)
[29] BOA.C.Ev. dosya:267 gömlek:13631 – 24 Zilhicce 1229 (07.12.1814)
[30] BOA.C.Ev. dosya:637 gömlek:32128 – 17 Şevval 1240 (04.06.1825)
[31] BOA.HAT.dosya:1321 gömlek:51615 – 29 Zilhicce 1253 (26.03.1838)
[32] BOA.C.Ev. dosya:505 gömlek:25520 – 29 Zilhicce 1255 (04.03.1840)
[33] BOA.C.Ev. dosya:429 gömlek:21749 – 09 Safer 1258 (22.03.1842)
[34] BOA.C.Ev. dosya:312 gömlek:15861 – 25 Safer 1259 (27.03.1843)
[35] BOA.C.MF. dosya:54 gömlek:2655 – 10 Rebiülahir 1243 (01.10.1827)
[36] BOA.İ.EV dosya:5 gömlek: 1311-R-12  –  26 Rebiülahir 1311 (05.11.1893)
[37] BOA.Eİ.AS. dosya:58 gömlek5259 – 27 Rebiülevvel 1117 (19.07.1705)
[38] Bir zirâ 90 cm.dir. yani bir kalyon 45 metre 90 cm gibi dev boyuttaydı.
[39] BOA.C.BH.dosya:182 gömlek:8544 – 29 Zilhicce 1141 (26.07.1729)
[40] BOA.C.BH. dosya:13 gömlek 608 – 5 Receb 1174 (10.02.1761)
[41] BOA.İE.AS.dosya:48 gömlek 4349 – 11 Muharrem 1115 (27.05.1703)
[42] BOA.C.AS.dosya:727 gömlek:30516 – 08 Cemaziülevvel 1124 (13.06.1712)
[43] BOA.İE.AS.dosya :84 gömlek:7637 – 01 Cemaziülahir 1131 (02.05.1718)
[44] BOA.İE.AS.dosya:61 gömlek: 5508 – 15 Zilkade 113217.09.1720
[45] BOA.HAT. dosya:884 gömlek:39071 – 29 Zilhicce 1237 (16.09.1822)
[46] BOA.İ.DH. dosya:498 gömlek:33861 – 03 Cemaziülevvel 1279 (26.10.1862)
[47] Alexander Anastasius Pallis-Yunanlıların Anadolu Macerası:105
[48] Bugün bile Ayvalık’ta mübadillerin ikinci, hattâ üçüncü kuşakları arasında Helence ve Giritçe konuşulabilmektedir.
[49] Zafer-i Milli Gazetesi 10 Haziran 1924
[50] BOA.C.EV..dosya:309 gömlek:15743 – 29 Şevval 1138 (30.06.1726)
[51] BOA..C.ML.. dosya:576 gömlek:23618- 29 Ramazan 1194(28.09.1780)
[52] Cevdet Türkay- Aşiretler,Oymaklar,Cemaatler s:427 “Burada İfraz-ı Zülkadiriye’ye mensup Türkmen cemaati olarak Gelibolu Sancağı İpsala kazasındaki cemaat gösterilmiştir.
[53] BOA.C.EV..dosya:267 gömlek:13631- 24 Zilhicce 1229 (27.04.1208)
[54] BOA.C.EV..dosya:429 gömlek:21749- 09 Safer 1259 (11.03.1843)
[55] BOA.HAT.dosya:884 gömlek:39071 – 29 Zilhicce 1237 (16.09.1822)
[56] BOA.DH.İD.dosya:11 gömlek:2 – 28 Sevval 1329 (21.10.1911)

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu