Ekonomi

Vergi gelirlerini artırmak için kamuda harcama disiplinin önemi vurgulandı

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz, her beş liralık vergi gelirinin bir lirasının faiz giderlerine harcandığını vurgulayarak Hazine’nin TL cinsinden borçlanmaya öncelik vermesi gerektiğine işaret etti.

Şirketlerin Türkiye Varlık Fonu’na devrinin, “paralel/çoklu Hazine” çağrışımı yaptığına dikkat çeken Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz ile Türkiye ekonomisini ve vergileri ve bütçedeki kara deliği konuştuk.

– Bütçe açığının finanse edilmesi için önümüzdeki dönemde vergi oranlarının artırılması yoluna gidilebilir mi?

2020’deki salgın kaynaklı kapanmalar nedeniyle beklenen vergi gelirleri elde edilemedi. 2021 yılında 2020’ye göre ertelenen talepler cevap buldu ve canlanan ekonomi sayesinde özellikle KDV, ÖTV ve dijital hizmet vergisi gibi tüketim vergilerinde beklenenin üzerinde hasılat gerçekleşti. Kamu harcamalarını finanse eden en temel gelir kalemi vergi gelirleridir ve tüm toplumun gösterdiği fedakârlık sayesinde elde ediliyor. O nedenle her kuruşu dikkatle harcanmalıyken bu yılki bütçenin yüzde 13.3’ü vergi toplama yerine borçlanıldığı için borç verenlere faiz ödemesi olarak gidiyor. Faiz giderleri bütçede arttıkça diğer harcamalar üzerinde baskı yaratıyor. Her beş liralık vergi gelirinin bir lirası faiz giderlerine gidiyor.

Vergi gelirlerini artırmak için oranları yükseltmekten çok kamuda harcama disiplini ön planda olmalı. Cumhurbaşkanı kararı ile vergi oran, muafiyet, istisna ve indirim oranlarında değişiklik ile zaman kaybetmeden vergi geliri elde etmek mümkün. Daha çok tüketim vergisi, gümrük vergisi oranlarında artış ile yeni kaynak bulmak mümkün. Ama yeni vergi düzenlemelerindeki beklentiler ve hesaplamalar, mükellefin vergiden kaçınmadığı ya da muafiyet, istisna, indirim oranlarından belli kesimlerin faydalandırılmadığı varsayımı altındadır. Böyle sübjektif düzenlemeler yapıldığında vergilerle gelir elde etme ve eşitsizlikleri giderme amaçları zedeleniyor. Mutlaka vergi yükünü artırmak çözüm olmuyor.

KAMUDA İSRAF ÖNLENMELİ

– Bütçedeki kara delik nasıl kapatılabilir?

Borçlanma ihtiyacını azaltıp faiz giderlerinin düşürülmesi ve faiz dışı fazla elde edilmesi şart. Doğru borç yönetim stratejileri uygulamak, kamu maliyesini disipline edebilmek için önem taşıyor. Hazine’nin TL cinsinden borçlanmaya öncelik vermesi gerekir. Döviz cinsi ve altına dayalı senetler/kira sertifikaları döviz ve altın fiyatlamasındaki sıçramalar sonucu borçlanma gereğinin devamına neden oluyor. Üstelik TL’ye güven kaybına yol açıyor. Bütçe harcamalarının yüzde 40’ı cari transferlerden oluşuyor. Cari transferler içinde kamu bankalarının görev zararlarının (yeni tanımıyla “görevlendirme giderleri”) azaltılması, Hazine yardımı alan kamu ekonomik birimlerinin yönetiminde şeffaflık, bütçede tasarruf sağlayacaktır. Vergileri artırmaya ya da yeni borçlanmaya gitmeye gerek kalmayacak bir çözüm, kamuda israfı önlemektir.

TL’DEN KAÇIŞ HIZLANDI

– Hazine dövizli iç borçlanmaya geri döndü. İçeride dövizli borçlanmaya neden gerek duyuluyor? Bu, ne tür riskleri beraberinde getiriyor?

2018 sonrası Hazine iç borçlanma stratejilerini değiştirdi, özellikle “piyasa çeşitliliğinin sağlanması” gerekçesiyle dolar ve Avro cinsi devlet tahvili ihracına hız kazandırdı. Ayrıca 2019’da da dolar ve Avro cinsi kira sertifikası ihraç etmeye başladı. Şu anda toplam senetlerin yaklaşık yüzde 40’ı dövizli senetler. Dış borç olanakları azaldığı için döviz temini dövizli iç borçlanma senetleriyle sağlanmaya çalışılıyor. TL’nin değer kaybı esnasında bu senetler alıcılar açısından “güvenli liman” oldu ama Hazine bu senet ve sertifikaları ihraç ettikçe TL’den kaçış hızlandı. Pandeminin ilk gününden bugüne kadar TL’nin dolar karşısında değer kaybı yüzde 41’e ulaştı. İç borç stoku ise bu üç yıl içinde iki katına çıktı, 1.135 trilyon TL’ye ulaştı. TL’nin dolar karşısındaki değerinde aşağı yönlü, iç borç stokunda da yukarı yönlü bir hareket hızla devam ediyor. Yerli paramız dolar ve Avro karşısında eridikçe, altının ons fiyatı arttıkça Hazine’nin borç stoku ve geri ödemede yükümlülükleri de artmaya devam ediyor.

Oysa TL cinsi senetlere önem ve öncelik verileceği, dövizli senetlerin payının minimize edileceği Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 12 Mart’ta ilan ettiği “Ekonomi Reformları”nda yer aldı. Ancak bu yönde hâlâ bir gelişme yok.

TEMEL KIRILGANLIK FİNANSMAN

– Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları ve en can yakıcı sorunları nelerdir?

Temel kırılganlıkların başında finansman güçlüğü geliyor. TL’nin döviz karşısında erimesi sonucu dolar bazında GSYH düşüyor. Bu da uluslararası sıralamalarda Türkiye’yi arka sıralara itiyor.

TCMB’nin rezerv sorunu devam ediyor. Son dönemde Çin, Katar ve G. Kore ile gerçekleştirilen toplam 23 milyar dolarlık swap anlaşmaları mevcut, ancak swap hariç net rezerv eksi 41 milyar dolar.

Genç işsizlik ve emeğin karşılığının ucuzlaması ve enflasyonun reel alım gücünü eritmesinin telafi edilmemesi de önemli bir kırılganlık alanı.

Sığınmacılar konusunda da hem ülkemiz hem de uluslararası arenadan daha açık ve net açıklamalara ihtiyacımız var.

– Türkiye ekonomisinin bir kurtuluş reçetesi var mı?

Artık Türkiye, ekonomik büyüme yerine kalkınmaya odaklanmalı. Gelir düzeyi, eğitim-kültür-sağlık olanakları, temiz olduğu kadar suç ve şiddetten arınmış çevre, bireysel özgürlüklere sahip olmak için şeffaf, hesap verilebilir, demokratik yönetim anlayışı hedeflenmeli.

PARALEL HAZİNE ÇAĞRIŞIMI

– Başta kamu bankaları olmak üzere Türkiye Varlık Fonu’ndaki (TVF) birçok şirkette ciddi zararlar var. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Tüm bu fonların olduğu ülkelerde, cari fazla ve bütçe fazlaları bulunuyor. Ama TVF’nin kaynağı olabilecek herhangi bir cari fazla veya bütçe fazlası söz konusu değil.

Fona devredilen şirketlerin, kurumlar vergisi gibi çeşitli yükümlülüklerden muaf tutulduğu göz önüne alındığında; kriz zamanlarında bütçe açığının kapatılmasına bir faydaları olmuyor. Pandemiyle mücadelede gerekli vergi gelirlerine katkı sağlamadılar. Ayrıca bu şirketlerin fona devri, “paralel/çoklu Hazine” çağırışımı yapıyor. Bu iddianın birçok nedeni var: İlki, Hazine ve TCMB yanında devlet adına kurulmuş üçüncü bir kurumun oluşturulması, kurumlar arası koordinasyon açısından güçlük yaratabilmesi. İkincisi, TVF ve ona bağlı kaynaklar, genel yönetim bütçesi içinde gösterilemediği için Hazine Birliği ilkesinin zarar görebilmesi. Üçüncüsü, TVF’nin 1990’larda mali disiplini bozan, krizler yaşamamıza neden olan bütçe dışı fon uygulamalarına benzeme olasılığının yükselmesi. TVF kurulduğundan bu yana Uluslar-arası Varlık Fonu Enstitüsü’nün geliştirdiği Şeffaflık Endeksi değerine ulaşamadı.

– TVF’deki bankaların görev zararları da çok arttı…

BÜYÜME SEKTEYE UĞRUYOR

– Türkiye dünyada en fazla borçlu ülkelerden. Türkiye dış borcunu nasıl çevirebilir?

Dış borç yükü son beş yıl içinde yüzde 45’ten yüzde 62’ye çıktı. Ülke CDS priminin yüksekliği, yaşanan kur sıçrayışları dış borçlanma olanaklarını azaltıyor. 2018 yılı 2. çeyrekten bu yana brüt dış borç stoku 440-450 milyar dolar arasında.

Brüt dış borç stokunun içinde özel sektör borçları ağırlıkta. Özel sektör borçlarının önemli bir kısmı Hazine Garantili. Özel sektör borçlarını ödeyemediğinde, borcun toplumsallaşma riski var. Diğer yandan özel sektör yatırımları için gerekli finansman ihtiyacını dış borçlanmayla karşılayamadığında ekonomik büyüme sekteye uğruyor. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını, çokuluslu şirketleri ülkemize çekmeliyiz.

Hürtürk Haber

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu