Yazarlar

SONSUZ-SINIRSIZ EMPERYALİST NİYETLER İLE PRENS ÇARLS’IN KOL DÜĞMELERİ ÜZERİNE

SONSUZ-SINIRSIZ EMPERYALİST NİYETLER İLE

PRENS ÇARLS’IN KOL DÜĞMELERİ ÜZERİNE…

  Cumhur AKSEL

              14 Mayıs 1919 tarihinde, ertesi gün “ne olacak”, bilinmiyordu. Oysa artık 15 Mayıs’ta “ne oldu”, biliniyor. Mustafa Kemal’in ifadesiyle:  “İtilâf Devletleri’nin rızasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor”…[1]

              90’lı yıllarda zaman zaman tartıştığımız bazı arkadaşlar her nedense, “o konular, o zamandı; yaşandı, bitti” şeklinde bir düşünce/söylem geliştirmişlerdi. Bunu, Kurtuluş Savaşı sonrasında imzalanmış Lozan anlaşmasıyla çizilen sınırlarımızın ebedîliği üzerine ve samimiyetle ifade ediyorlardı. Yani onlar, Türkiye üzerinde artık bir emperyalist emel olamayacağına gerçekten inanıyorlardı. Nitekim daha sonra ABD düşünce kuruluşları, âdeta arkadaşlarımızı haklı çıkarmak üzere onların bu sâfiyâne inancına, “Türklerin Sevr Sendromu var” şeklindeki bir bonzai yüklemesi yaptı. Meğerse biz Türklerde, “bu Batılılar Lozan’ın intikamını alacak; bize Sevr’i dayatacak” diye bir evham, bir komplo teorisi hastalığı varmış; bu vesileyle öğrendik ve huzura erdik…

             Oysa bunun altından 19. yüzyıldan beri başka bir yapılanma ince ince geliştiriliyor ve diğer pratikleri bile zarflayacak mükemmelliğe ulaştırılmaya çalışılıyormuş. Nitekim 2000’li yıllar itibariyle de, ulusal sınırları tanımayan tek-tanrılı dinler ile ulusal sınırları tanımayan emperyalist egemen anlayış,—aynı düşünce kuruluşları tarafından—harmanlanıp bütünlenerek muazzam bir üstyapısal politika malzemesi olarak tüm dünyaya dayatılacaktır. Hiç şüphesiz ki bu politikanın Müslüman âlemine yansıması “Ilımlı İslâm” sloganı altında olmuştur… Yani, ABD’li bir ilerici uzmanın 1980 öncesinde yazdığı,    

            “Oxford Akımı’nın misyonerleri tüm İmparatorluk’ta İskoç Riti’ne yardımcı olacak branşların kurulmasiyle görevlidir. Bu akımın fermason evangelistleri, meselâ OrtaDoğu gibi bir bölgeye yaklaşımlarında, Müslümanları Hristiyanlığa döndürmeye kalkışmayacak; bunun yerine, İslâm inanç sistemini İskoç Riti’nin pratiklerine uyumlu hale getirmeye çalışacaklardır.”

             şeklindeki ifadesi bu durumu açıklıyor.[2] Yani yazar özetle “İslâm inanç sistemini sulandıracaklar!..” diyor ki, gerçekleşmiştir… Bu noktadan hareketle, ABD’nin (tabii ki İngiltere’nin tarihten gelen engin tecrübesini de yanına alarak), zamanla bir ritüelden ibaret bırakılacak olan Müslümanlığın uzun vadede lüzumsuzlaştırılması projesine de sahip olduğu düşünülmelidir… Çünkü Batılı düşünce merkezlerinin zaten geçmişten bakiye—güney Avrupa’ya uzanmış—bir Osmanlı Devleti sıkıntısı vardı (ki buna “Doğu Sorunu” adını vereceklerdir); yanısıra, Lozan Andlaşması’nın yarattığı ağır hezimeti kabul etmeleri (veya moda tabiriyle “hazmetmeleri”) de imkânsızdı. Buna karşılık Kurtuluş Savaşı vermiş bir Türkiye’de de, “gelecekte size bunları ödeteceğiz denmesine rağmen, bizim arkadaşlar gibi Loyd Corc zihniyetinin geçmişte kaldığını sanan, yani Batı dünyası emperyalist devletlerini oluşturan fikir merkezlerinin değişmez sâbitelere sahip olduğunu bilmeyen veya anlamayan Atatürk sonrası yöneticiler zinciri oluşmuştu. Üstelik de tümü “Atatürkçü”(?) olan bu zincir, Özal dönemiyle girdiği sondan bir önceki evresinde kurtarılmış eski solcuların Batı merkezlerine angaje edilmesi gibi bir misyonu da yerine getirmiş ve aynı zamanda büyük bölümüyle entelijansiyanın dincilere ısındırılması operasyonunun da altyapısını hazırlamıştır… Hatırlatırım: “Kutsal Yahuda–Hristiyan Batı Medeniyeti”, Avrupa’ya doğru “bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket”in stratejik önemini bizim yönetici zincirimizden çok farklı anlamakta ve geçmişi asla unutmamaktadır…

  BATI İLE ARAMIZDAKİ UNUTMAK-UNUTMAMAK FARKI NASIL OLUŞTU?..

            Fransız İhtilali’yle krallık yıkılınca, aristokrasinin sonu geldi sanıldı. İşin doğrusu, 1500’lü yıllardan itibaren OrtaÇağ Feodalizmi üzerine Avrupa’da gelişmeye yüz tutan vahşi kapitalizm hiçbir zaman aristokrasiyi yok edemedi, yani soyluluğu tarih sahnesinden silemedi. Evet, kabaca söylersek, belki toprağın işletim sistemi ile toprağı işleyenlerin (servaj) senyörün mülkü olması şeklindeki feodal üretim sistemi ortadan kalktı ama aynı sistemin merkezinde yer alan kontluk, (İngiltere’de “örl”), düklük, markilik, baronluk, vb. gibi unvanlar ile bu unvanları taşıyan şahsiyetler sapasağlam ortada kaldı.[3] Sadece kalsa iyi; “burjuvazi” denilen ve çoğunlukla eski usta ve kalifiye işçilikten, teknisyenlikten zenginleşmiş, aristokrasiye nazaran “görgüsüz” kabul edilen[4] yeni sosyal sınıf, yumuşak bir şekilde içine sızan “görmüş-geçirmiş” aristokrasiyle iktidarını paylaştı… Eğer sadece, dünya bilimine yön vermeye ahdetmiş Kraliyet Doğal Bilimler Akademisi (Royal Society) ile dünya istihbarat örgütlenmesinin kralı olan Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, (yani Chatham House’un)[5] yöneticilerine ve geçmişlerine göz atarsak, bunun somut örneklerini en iyi şekilde İngiltere’de yani Büyük Britanya İmparatorluğu’nda görürüz.

            Aristokrasinin hizmetlerini burjuvaziye sunması veya tersinden söylersek, kaba-saba burjuvazinin, görmüş-geçirmiş aristokrasiye öykünerek onun yardımına muhtaç kalması, giderek muazzam bir sibernetik enerjiye dönüşmüş ve kısa zamanda dünyanın en hızlı istihbarat mekanizmalarının doğup büyümesine yol açmıştır; özellikle de 19. yüzyıldan sonra… Dolayısıyla bir sonraki jenerasyona sürekli bilgi yükleyerek hafıza tazeleten, bu nedenle de hiçbir zaman unutmayan bir devlet beyni yaratılmıştır. Hiç şüphesiz ki dünyanın en büyük ve gizli arşivine Vatikan Papalığı, dünyanın en geniş istihbaratına da Büyük Britanya İmparatorluğu sahiptir… (ABD, ancak 20. yüzyıl sonlarında sıraya girmiş olmalı).

            Aristokrasinin zengin burjuvaziyi, üstelik de onun savaş alanında esir almasının en büyük sebebi, Avrupa aristokrasisinin yüzyıllar öncesinde oluşturduğu geniş akrabalık zinciridir. Meselâ 20. yüzyıl başı itibariyle Rus Çarının karısı eski İngiltere kraliçesinin akrabasıdır. (İspanya vesaireyi, genetik deformasyonla ilgili de sayılan tamamen ayrı bir makale konusu olduğu için saymıyorum…) Böylesine girift akrabalık ilişkisi, aristokrasiye zaten çok geniş bir istihbarat alışverişi sağlamaktaydı. Nitekim, Prenses Elizabet daha sonra Edinburg Dükü unvanını alacak olan Prens Filip’le 2. Dünya Savaşı sonrasında evlenince olaylar yepyeni bir evreye girecektir. Çünkü Filip Yunan asıllıdır ve asıl unvanı “Yunanistan ve Danimarka’nın Prensi”dir… Dolayısıyla benden iki yaş küçük olan oğlu Prens Çarls da bugün artık Yunan bayrağıyla bezenmiş kol düğmeleri takmaktan[6] da hiçbir beis duymayacaktır… (Hemen belirteyim ki kol düğmesinin öbür ucunda İngiliz bayrağı var).

          Unutkan bir devlet aklı ile 14 Mayıs 1919 günlerinde miyiz? O zaman doğu Akdeniz ve Ege sularında ve tabii ki Kıbrıs’ta ne yapacağız?..

[1] ATATÜRK; “Nutuk”; Atatürk’ün Bütün Eserleri; Kaynak Yayınları; C-27, S.23.

[2] ROBERT DREYFUSS; “Hostage to Khomeini; New Benjamin Franklin House; NewYork, USA, 1980; S.113-4.

[3] Meselâ bugün İngiltere ve ABD’de hâlâ yerel sınıflandırma bakımından ilçeler (kasabalar) “kontluk” kelimesiyle ifade edilir: COUNTY…

[4] Nitekim Fransız İhtilâlini organize eden ve çoğunlukla Aydınlanmacı Mason burjuvalardan oluşmuş ihtilalciler için “donsuzlar” (Fr. Sans-culottes) denmiştir.

[5] Chatham House hakkında son bir haber için bkz: <www.blog.milliyet.com.tr/ingiliz-derin-devleti-chatham-house-un-turkiye-icin-karanlik-planlari-/Blog/?BlogNo=520428>.

[6] Fotoğraf çok tazedir. 10 Mayıs 2018 tarihindeki Yunanistan ziyaretinde çekilmiştir. [Başka fotolar için bkz: <wwwgreece.greekreporter.com/2018/05/10/prince-charles-sports-special-cufflinks-in-greeces-honor-photos/>.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu