Bir Diego var, bir de Maradona
Birçoklarınca gelmiş geçmiş en büyük futbolcu olarak anılan Diego Armando Maradona 60 yaşında hayata veda etti. Son birkaç gündür her yerde onunla ilgili haberler, yazılar, anılar çıkıyor; okuyor, izliyor, dinliyorsunuz. Biz de onun hakkında çekilmiş iki önemli belgesel vasıtasıyla ünlü futbolcuyu analım dedik.
FUTBOLCU VE GÜNAHKAR MARADONA
Asif Kapadia’nın 2019 tarihli filmi “Diego Maradona”nın başlarında bir yerde yıllardır onunla birlikte çalışan özel antrenörü Fernando Signorini’nin şöyle bir beyanatı var: “Bir Diego var, bir de Maradona… Diego güvensizlikleri olan harikulade bir çocuktu, Maradona ise futbol endüstrisinin ve medyanın talepleriyle yüzleşmek için yarattığı bir karakterdi. Maradona asla bir zayıflık gösteremezdi. Bir keresinde ona ‘Diego ile dünyanın sonuna giderim, ama Maradona ile tek bir adım bile atmam’ demiştim. O zaman bana dönüp ‘Ama Maradona olmasaydı hala Villa Fiorito’da olurdum’ dedi.”
Kapadia’nın “Asi. Kahraman. Düzenbaz. Tanrı.” alt başlığına sahip olan belgeseli Signorini’nin de altını çizdiği bu ikiliği işlerken daha çok ünlü futbolcunun Napoli’de sürdürdüğü kariyerini ön plana alıyor ve Maradona’nın nasıl Diego’yu tükettiğine vurgu yapıyor. Filmin henüz başında, Temmuz 1984’te Napoli’ye gelen Maradona’nın kulüp başkanıyla birlikte İtalyan basın mensuplarının karşısına çıktığı sahnede ona ilk sorulan sorunun “Maradona acaba Camorra’yı biliyor mu? Napoli’de futbol dahil her yerde Camorra’nın borusunun öttüğünden haberi var mı?” olduğunu görüyoruz. Maradona daha soruyu bile anlamadan başkanın mikrofonu kaptığı ve gazeteciyi salondan kovduğu bu anlar sırasında Diego’nun “Ben nereye geldim böyle?” dercesine etrafına baktığını da görüyoruz ayrıca. İşte 1984 yılında böyle bir Maradona ile başlayan belgesel 1991 yılında artık mafyayla sıkı fıkı olmak zorunda kalan, uyuşturucu batağına saplanmış bir halde İtalya’dan apar topar kaçan bir Maradona’ya geliyor ve oradan da Arjantin’de kendini yeniden toparlamaya çalışan bir Maradona portresiyle sona eriyor. Elbette hemen herkes gibi Maradona’nın futbol kariyerinin tam merkezine 1986 Dünya Kupası’nda sadece üç dakika arayla en unutulmaz iki gölünü attığı o meşhur İngiltere maçını koyuyor ve Tanrı’nın Eli mitini es geçmiyor.
Daha önceki belgesellerinde olduğu gibi (“Senna” ve “Amy”yi hatırlayanlar katılacaktır) yine sadece arşiv görüntüleri kullanarak filmini kurgulayan Asif Kapadia muhtemeldir ki kendisinden 10 yıl önce çok farklı bir Maradona belgeseli çeken Emir Kusturica’nın filminden ayrıştırma gayretine düşmüş ve izleyiciye daha çok Maradona’nın medyatik yüzünü ve onun görece kısa süren futbol kariyerinin önemli anlarını anlatmış. Trajik bir hikaye var Kapadia’nın filminde, ona şüphe yok. yani önce yıldız Maradona ile başlıyor, Napoli’de kahramanlaşmasını, hatta ilahlaşmasını ele alıyor ve nihayet onun kendi hatalarından kaynaklı düşüşüne mercek tutuyor. Bu haliyle bütünlüklü, çarpıcı ve hüzünlü bir film karşımızda. Elbette kimi eksik yanları var, ama işin o kısmını da Kusturica’dan takip edebiliyoruz zaten.
KADINA ŞİDDET GÖRMEZDEN GELİNMİŞ
Kapadia filmde Maradona’nın özel hayatıyla ilgili çarpıcı konulara da ışık tutuyor ve gayri meşru oğluna özellikle yer ayırsa da örneğin hakkında çıkan kadına şiddet haberlerine nedense yer vermiyor. Filmde uyuşturucu alışkanlığına geniş bir yer ayrıldığı düşünülürse sevgilisini dövdüğü gerçeği neden vurgulanmıyor, anlamak zor, ama anlaşılan mesele kadına şiddet olunca erkekler konunun üstünü örtmeyi tercih ediyor.
“Diego Maradona” belgeseli BeinConnect’te izlenebilir.
İNSAN VE PİŞMAN MARADONA
Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Emir Kusturica 2008 tarihli belgeseli “Maradona by Kusturica”da (ki filmin çekimlerine 2005’te başlandığını anlıyoruz) Maradona’nın daha çok insani yanına vurgu yapan bir portre çizmeyi tercih etmiş. Bir yandan da kendi filmleriyle (“Dolly Bell’i Anımsıyor musun?”, “Babam İş Gezisinde”, “Kara Kedi, Ak Kedi”) kimi bağlar kurarak filme kişisel bir perspektif eklemeyi ihmal etmemiş.
Kapadia’nın aksine Kusturica’nın filminde çok az arşiv görüntüsü var. Elbette kimi maçlarından unutulmaz anlar sık sık karşımı8za çıkıyor ama Kusturica’nın derdi öncelikle futbol değil ve o yüzden de Maradona’nın futbolcu yönüne değil diğer yönlerine vurgu yapıyor. Örneğin bu filmde Maradona’nıjn dünya görüşlerine ve politik yanına çok daha fazla vakıf oluyoruz. Onu Fidel Castro ve Hugo Chavez ile birlikte görüyoruz, eylemlere katıldığına şahit oluyoruz, vb. Sağ kolunda Che, sol baldırında Fidel dövmesi olan bir adamdan söz ediyoruz nihayetinde ve Kusturica da bu gerçeğin farkında biri olarak filmin bölüm aralarına onun Thatcher, Prens Charles, Kraliçe Elizabeth, Reagan, Bush gibi politik karakterlerle futbol üzerinden yürüttüğü kavgaları simgeleyen animasyonlar koyuyor. Finaldeki Manu Chao’nun şarkısı da ayrı bir güzellik.
Çok ilginç başka sahneler de var elbette Kusturica’nın filminde. Örneğin Maradona’yı kızlarıyla birlikte şarkı söylerken görüyoruz, ya da onun adına kurulmuş bir dinin varlığına şahit oluyoruz (hatta bu din uyarınca evlenen bir çiftin nikahı var ki, evlere şenlik!). Ama her şey bir yana bu filmle birlikte Maradona’nın nedamet getirdiğine ve hayattaki pişmanlıklarının neler olduğuna dair itiraflarına da tanık oluyoruz, ki bence filmin asıl çarpıcı yanı buralarda gizli. Bir sahnede “Sonradan eski videoları izlediğimde anladım ki ailemle, çocuklarımla ilgili çok önemli anları kaçırmışım, yaşayamamışım” diyen Maradona bir başka yerde de hayatını kokainin mahvettiğini açık yüreklilikle itiraf ediyor ve “Bir de kokain kullanmasaydım nasıl bir futbolcu olurdum düşünsene Emir” diyor. “Ne büyük bir oyuncuyu kaybettik.”
Doğrudur. Çok büyük bir oyuncuyu kaybettik.