Ahmet Davutoğlu ile ilgili çok çarpıcı sözler: Yoksa açılmasını istemediği defterler mi var?
Merve Şebnem Oruç, “O dönem başbakan olan Ahmet Davutoğlu gibi eski Ak Partili yeni DEVA ya da Gelecek Partililerin operasyonun “siyasi gündemi değiştirmek için yapıldığını” ilan etmesi gerçekten dikkat çekiyor.” dedi.
Oruç ayrıca yazısında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile ilgili kritik sorulara da yer verdi. Oruç, “İlk girdiği seçimde, 7 Haziran 2015’te büyük bir hezimet yaşayarak Ak Parti’yi tek başına iktidar yapamayan, muhalefetle koalisyon kurmak için haftalarca “istikşafi görüşmeler” yapan, Temmuz’da PKK’nın terör saldırılarını son hızla başlatmasına bağlı olarak 1 Kasım 2015 seçimlerinde alınan %49,5’lik oy oranını sürekli olarak kendine mal eden Ahmet Davutoğlu’nun, iyi olan her şeyi kendi hanesine, kötü olan her şeyi Cumhurbaşkanı’na yazmadan önce açıklaması gereken çok şey var. Neden tezkere çıkmasına rağmen Suriye’ye yönelik askeri operasyonlara engel olduğu, neden ABD’ye o kadar çok inandığı gibi… O gün yaptıklarını bir akademisyen bakışıyla analitik olarak anlatıyor anlatmasına ama sebep-sonuç ilişkisine bakarak nerelerde hata yaptığını, nerelerde yanıldığını veyahut kandırıldığını söylemiyor. Eğer işin siyasi boyutunu konuşacaksak önce bunların cevabını alalım. Yoksa, değil altı yıl, 60 yıl da geçse aydınlatılması gereken bir suçun üzerine gidilmesini “siyasi” buluyorsa, tıpkı CHP gibi, HDP gibi, onun da açılmasını istemediği defterler olduğunu düşünmeden edemeyeceğiz.” ifadelerini kullandı
Merve Şebnem Oruç’un o yazısı şu şekilde;
18’indeki Yusuf Er, 18’indeki Ahmet Dakak, 29 yaşındaki Hasan Gökguz, 27 yaşındaki Riyat Güneş ve 16’sındaki Yasin Börü… Bu uzun yazıya onlarla başlayalım…
Altı yıl önce, 7 Ekim 2014 akşamı Diyarbakır’da kesimhaneden teslim aldıkları kurban etlerini hayır için dağıtmaya çıkmışlardı. Bir grup önlerini kesti. Önce “sokağa çıkma yasağı ilan ettiğimiz bir günde neden dışarısınız?” diye diklendiler. Ardından “Bunlar IŞİD’ci, öldürün bunları,” diye bağırdılar. Kaçan gençler Bağlar’da bir apartmana sığındı. Üçüncü katta bir kadın onları saklamak için evine aldı. Peşlerinden gelip ellerinde taşlar, sopalar ve bıçaklarla kapıyı tekmeleyenlerden biri “Dinamit getirin,” diye bağırıyordu.
Üst katın balkonundan çarşaf sarkıtıp kata giren biri, gençleri kurtarmaya çalışan kadının kocasının verdiği anahtarla kapıyı açtı. Yusuf canını kurtarabildi ancak geride kalan arkadaşları korkunç şekilde, canice şehit edildi. Dövülmüş, bıçaklanmış ve vurulmuştular. Yetmedi, ölü bedenlerine de işkence edildi. Üçü camdan atıldı, biri sürüklenerek apartmandan çıkarıldı. Üstlerinden arabayla geçtiler. Cesetleri tanınmaz hale geldi. Camlardan, pencerelerden sarkan bazıları bunlar yaşanırken kana susamışçasına bu vahşete destek veriyordu. “Arabada bir IŞİD’ci daha var,” diye bağıran bir kadınsa, Yusuf’un 11 yaşındaki kardeşinden bahsediyordu. Küçücük çocuk birkaç sokak ilerideki bir aileye sığınarak canını kurtarabildi.
Otopsi raporlarına göre, Ahmet Dakak’ın vücudunda 22, Hasan Gökguz’un 20, Yasin Börü’nün 15 kesici alet ve ateşli silah yarası vardı. Vücudunda çok sayıda bıçak yarası olan Riyad Güneş ise kafatası ezildiği için beyin kanamasından ölmüştü.
***
HDP’NİN SOKAK ÇAĞRISI
Onlar 6-8 Ekim Kobani olaylarının sembol isimleri. Üç gün süren olaylarda 53 kişi hayatını kaybetmişti. 221 sivil ve 139 polis yaralanmıştı. 35 il ve 96 ilçede yaşanan olaylarda yüzlerce bina, işyeri, kamu binası, banka, okul tahrip edilmiş, araçlar yakılmış, dükkanlar yağmalanmıştı. DAEŞ’in 2014 yazında Musul’u işgal etmesinin ardından Irak’ın kuzeyine, ardından da Suriye’ye yönelerek Ayn-el Arab’a (Kobani) ilerleyişi Türkiye hakkında içeride ve dışarıda uzun süredir zemini hazırlanan bir sürecin bahanesi olmuştu. Türkiye’nin Kobani’ye yardım etmediği iddiasıyla HDP’nin sosyal medya hesabından şu mesaj paylaşıldı:
“Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK’dan halklarımıza acil çağrı, Kobani’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarının ve AKP iktidarının Kobani’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz.”
MYK sonrası yapılan daha geniş kapsamlı geniş açıklamada da “7’den 70’e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bütün uluslararası kurumlar, demokratik kitle örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri, demokratik güçler Kobani’de yaşanan vahşete karşı harekete geçmelidir. Bundan böyle her yer Kobani’dir. Kobani’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz” denildi. Abdullah Öcalan, İmralı’dan tüm Kürtleri Kobani’de DAEŞ’e karşı savaşmaya çağırdığında tarih 22 Eylül’dü ancak 6-8 Ekim olayları HDP MYK’sının yaptığı serhildan çağrısıyla ateşlendi.
HER GÜN ERDOĞAN’A SALDIRDILAR
CHP’nin de Kobani’ye destek iddiasıyla çağrıda bulunduğu Kobani olayları, aylardır devam eden “Ak Parti IŞİD’e yardım ediyor,” yalanlarının devamında başladı. HDP’li ve CHP’li milletvekilleri hemen her gün Cumhurbaşkanı ve Erdoğan’ı DAEŞ’i desteklemekle suçluyordu. Erdoğan muhalifi Türk medyası ve yabancı basında bu tür yalan haberlerin ardının arkasının kesilmediği dönem, Türkiye’nin Reyhanlı saldırısı, Gezi olayları ve 17/25 Aralık kalkışmasıyla üst üste sarsıldığı süreçle beraber başlamıştı. Devam eden çözüm sürecinin biteceğinin açık göstergesi ve PKK’nın Suriye’deki iç savaşı Türkiye’ye taşıma niyetinin testiydi 6-8 Ekim olayları…
Sokaklar yangın yerine çevrilmeden iki hafta önce 26 Eylül’de “Center for American Progress” adlı bir düşünce kuruluşunun ve HDP Washington Temsilciliğinin organize ettiği toplantılara katılmak için ABD’ye giden Demirtaş, Washington’da bazı ABD Dışişleri ve Hükümet temsilcileriyle de görüşmüş ve Türkiye’ye 1 Ekim’de, olaylar başlamadan beş gün önce dönmüştü. Aynı gün, yani 1 Ekim’de, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu Demirtaş ile görüştü ve görüşmenin ardından Demirtaş basına şunları söyledi. “Biz, PYD ile temas kurmalarını hep arzu ediyoruz. Silah yardımı için koridor açılması konusunu PYD ile görüşmeleri gerektiğini söyledik. Bunu, onlar da değerlendireceklerini ifade ettiler. PYD ile temasa kapalı değiller, bunu anladık.” Ahmet Davutoğlu da bir canlı yayında, “Kobani’nin, IŞİD’in eline geçmesini Türkiye’nin istemediğini, bunun için gerekenleri yapacağını” dile getirdi.
Ve ardından 4 Ekim günü, PYD lideri Salih Müslim Ankara’ya geldi.
Demirtaş’ın ABD’den dönüp Ahmet Davutoğlu’yla görüşmesinden bir gün sonra, Salih Müslim’in Ankara’ya gelişinden iki gün önce, yani 2 Ekim’de, Meclis’te TSK’ya Suriye ve Irak’ta sınır ötesi operasyon ve müdahale yetkisi veren tezkere oylaması vardı. HDP milletvekilleri Türkiye’yi “işgalcilikle” suçlayarak CHP ile birlikte “Hayır” demişti. Hükümet, “Başta IŞİD terörü olmak üzere bölgedeki tüm terör tehditleriyle daha etkin ve hızlı mücadeleyi gerçekleştirmeyi” hedeflediğini söylüyordu ancak DAEŞ Kobani’ye yöneldiği için kıyameti koparanlar hem iktidarı DAEŞ’i desteklemekle suçluyor hem de Türkiye’nin doğrudan müdahalesini istemiyordu. 2012’de Esad’ın yaktığı yeşil ışıkla Suriye’nin kuzeyinde Afrin, Cizire ve Kobani kantonlarını kuran PYD, yeni patronu bekliyordu.
ABD, YPG’YE SİLAH YARDIMINA BAŞLADI
Ve 6-8 Ekim olaylarının üzerinden iki hafta bile geçmemişti ki, ABD, YPG’ye silah yardımını başlattı. Türkiye bu yardıma sert tepki gösterdi ancak uluslararası baskı ve içerideki yoğun saldırı çok şiddetliydi. Ankara Peşmerge’nin Habur Sınır Kapısı’ndan geçip Türkiye üzerinden Suriye’ye girmesine izin vermek zorunda kaldı. Acaba dönemin hükümeti bu baskılara boyun mu eğdi, yoksa doğru bir hamle olduğuna emin miydi?
Gezi olaylarından üç ay önce başlatılan çözüm süreci o yılların en önemli gündem maddelerinden biriydi. HDP parti olarak Gezi olaylarına açık destek vermemişti ama partide belirleyiciliği olan, o dönem “Cihangir solu” olarak adlandırılan Osman Kavala’nın başını çektiği grup, hem Gezi’de ön plandaydı hem de Çözüm Süreci’nden memnun değildi. Daha 2013 Nevruz’unda ‘Avrupalı dostlarımızla’ konuşmalıyız demeye başlamışlardı.
6-8 Ekim olaylarının öncesindeki Eylül ayı, Abdullah Öcalan’ın hükümete çözüm sürecinin devamı için 30 Eylül’e kadar süre verdiği, “İzleme Kurulu” oluşturulmasını beklediği yönündeki iddialarla geçmişti. “İzleme Kurulu” dedikleri de, devletin terörü bitirmek için attığı çözüm süreci adımının sonuç verme ihtimalinden rahatsız olanların da başından beri söylediği şekilde “üçüncü göz” tarafından izlenmesine yol açmak, yani devlet dışında başkalarını da meseleye dahil etmek, böylece devletin PKK ancak silah bırakırsa devam ettireceğini söylediği süreci terör örgütünü güçlendirecek bir masaya çevirmek demekti.
Çözüm Süreci için olmazsa olmaz şartının “PKK’nın koşulsuz silah bırakması” olduğunu sürekli söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kobani olaylarından bir süre sonra, çözüm süreci tekrar rayına girsin diye Davutoğlu hükümetinin ilk döneminde AK Partili ve HDP’li milletvekilleri arasında gerçekleştirilen Dolmabahçe görüşmesini onaylamadığını söylerken “izleme kurulu diye bir şeyi kabul etmediğini” de dile getirmişti. Bugünlerde yeniden gündeme gelen ve o dönemin yalanlarından biri olan “Cumhurbaşkanı her şeyi, o günkü oturma şemasını bile biliyordu,” sözleri tekrarlanarak hatırlatılan 2015 Dolmabahçe görüşmesi, Ahmet Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında başlayan kırılmalardan biriydi. Nitekim bir yurtdışı seyahati sırasında gazetecilerin “Hükümet zaten sizle istişare ediyor. Hükümete bakıyoruz, siz sonra yanlış oldu diyorsunuz,” sözlerine cevaben şöyle demişti Cumhurbaşkanı:
“Bakın, Hükümetle Cumhurbaşkanı her an her konuyu görüşüyor diye bir şey yok. Yani olaya böyle abartılı yaklaşım doğru değil. O dediğiniz başkanlık sistemine geçtiğimizde olabilir. Orada kendi tasarruflarını kullanmışlar. ‘Hayırlı olsun’ demek düşer bana. Ama ben de, bu durumdan rahatsız olduğumu söyleme hakkına sahibim.”
Bunu, öncesinde Cumhurbaşkanını Dolmabahçe görüşmesinin içeriğini bilmek ve sonra vazgeçmekle suçlayan Demirtaş da, PKK saldırılarıyla Temmuz ayında ateşkesin bozulması ve beraberinde çözüm sürecinin bitmesi sonrasında doğrulayacaktı.
2015 Aralık ayında yine bir ABD seyahatinden dönem Demirtaş, “Biz İmralı’da saatlerce konuşuyoruz, onlar 25-30 sayfalık uzun tutanaklara dönüşüyor, devlet heyeti, çözüm heyeti denilen siyasilerin de içinde bulunduğu heyet bunları saatlerce tartışıp, analiz yapıyor. Bunlar kanımca Tayyip beye hap olarak gidiyordu. Çünkü kimse uzun uzun ne bunları Tayyip Bey’e anlatabiliyor, ne anlatmaya cesaret edebiliyor, ne de onun onları uzun uzun dinlemeye zamanı veya şevki var. Hap halinde anlatılıyor” demişti.
Demirtaş şöyle devam etmişti: “Bütün o görüşmelerden edindiğim izlenimle çıkarıyorum, Tayyip Bey’in tarzını da biliyorum artık, soruyordur, ‘Silahı bırakacaklar mı bırakmayacaklar mı?’ Onlar da bunun ne kadar önemli olduğunu biliyorlar Tayyip Bey için. Çünkü başka bir şeyle ilgilenmiyor o. Onlar da diyor ki ‘Efendim az kaldı, biz o noktaya getirdik Öcalan’ı, yakın zamanda o çağrı olacak’. ‘O zaman sürdürün, tamam’. Ne konuşmuşuz, diğer ilkeler nedir, Dolmabahçe’de mutabakata dökülen maddeler ne anlama geliyor, müzakere nedir, bunların hiçbiri kendisine ne anlatılmış ne konuşulmuş.”
ABD’nin PYD/YPG ile ittifak ederek doğrudan müdahalesiyle seyri değişen Suriye iç savaşının en önemli kırılma anlarından biri olan DAEŞ’in Kobani saldırısı ve bununla paralel olarak Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devleti kurma hayalini gerçekleştirebilecekleri zannına kapılanların savaşı Türkiye’ye taşıma niyetlerini ilk olarak açık ettikleri, “DAEŞ saldırısından kaçan Kürtleri Türkiye almıyor” baskısı altında kısa sürede yeterli kontrol yapılmadan Suriye’den Türkiye’ye geçen grupların içine saklanan PKK/PYD’lilerin de rol oynadığı 6-8 Ekim Kobani olayları Türkiye’nin yakın tarihinin tamamen aydınlığa kavuşturulması gereken provokasyonlarından biri… Ama bazıları “Altı yıl sonra nereden çıktı şimdi bu?” diyerek o büyük provokasyonu önemsizleştirmeye, ortaya çıkması gereken gerçekleri yerin dibine gömmeye çalışıyor ve son Kobani operasyonunun “siyasi” motivasyonla yapıldığını iddia ediyor.
“HDP VE CHP’Yİ ANLIYORUZ…”
Hadi HDP cephesini anlıyoruz, bu işte oynadıkları başrolü unutturmaya çalışıyorlar. CHP’yi anlıyoruz, o dönemde bir parçası oldukları filmi hafızalardan silmek istiyorlar. Ama o dönem başbakan olan Ahmet Davutoğlu gibi eski AK Partili yeni DEVA ya da Gelecek Partililerin operasyonun “siyasi gündemi değiştirmek için yapıldığını” ilan etmesi gerçekten dikkat çekiyor.
Acaba Demirtaş’ın “Cumhurbaşkanına hap halinde anlatıyorlar” dediği çözüm süreci görüşmelerinde geniş geniş neler konuşuluyordu? Acaba Obama “DAEŞ’le mücadele koalisyonu”nu kurarken ABD ile Kobani konusunda bilmediğimiz neler konuşuluyordu? Acaba Demirtaş’ın ABD’den döndüğü 1 Ekim günü gerçekleşen Davutoğlu görüşmesinde tam olarak neler konuşuldu? Acaba 2 Ekim’de HDP Suriye tezkeresini “işgal planı” olarak yaftalayıp “Hayır” demişken 4 Ekim’de Salih Müslim niye Ankara’ya kabul edildi? Bunlar 6-8 Ekim olaylarının hemen öncesinde yaşandı. HDP’liler o dönemde sabah akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırırken görüşmeleri sürdüren Davutoğlu yönetimi, hadi bunu önemsemiyordu diyelim, Ak Parti’yi içeride ve dışarıda DAEŞ’e destek vermekle suçlayanlarla nasıl bir diyalog kuruyordu, gerçekten merak ediyorum.
“AÇILMASINI İSTEMEDİĞİ DEFTERLER OLDUĞUNU DÜŞÜNMEDEN EDEMEYECEĞİZ”
Bunları çözüm sürecini desteklemiş, yaşanan tüm provokasyonlara rağmen devletin Kürt halkına çözüm sürecinden vazgeçenin kendisi olmadığını göstermek istediğine inanmış, PYD’yi çözüm süreci nedeniyle hafife alma hatasına düşerek DAEŞ’in Suriye’de devlet kurma tehlikesini öncelemiş, uluslararası baskının Türkiye’nin elini kolunu bağladığını düşünmüş ve bu nedenle bazı hatalı adımların atıldığı fikrine kapılmış, bugün “O gün ne kadar iyi niyetli bir okuma yapmışım,” diye hayıflanan biri olarak soruyorum.
İlk girdiği seçimde, 7 Haziran 2015’te büyük bir hezimet yaşayarak Ak Parti’yi tek başına iktidar yapamayan, muhalefetle koalisyon kurmak için haftalarca “istikşafi görüşmeler” yapan, Temmuz’da PKK’nın terör saldırılarını son hızla başlatmasına bağlı olarak 1 Kasım 2015 seçimlerinde alınan %49,5’lik oy oranını sürekli olarak kendine mal eden Ahmet Davutoğlu’nun, iyi olan her şeyi kendi hanesine, kötü olan her şeyi Cumhurbaşkanı’na yazmadan önce açıklaması gereken çok şey var. Neden tezkere çıkmasına rağmen Suriye’ye yönelik askeri operasyonlara engel olduğu, neden ABD’ye o kadar çok inandığı gibi… O gün yaptıklarını bir akademisyen bakışıyla analitik olarak anlatıyor anlatmasına ama sebep-sonuç ilişkisine bakarak nerelerde hata yaptığını, nerelerde yanıldığını veyahut kandırıldığını söylemiyor. Eğer işin siyasi boyutunu konuşacaksak önce bunların cevabını alalım. Yoksa, değil altı yıl, 60 yıl da geçse aydınlatılması gereken bir suçun üzerine gidilmesini “siyasi” buluyorsa, tıpkı CHP gibi, HDP gibi, onun da açılmasını istemediği defterler olduğunu düşünmeden edemeyeceğiz.