Depreme dayanıklı mimaride yeni trend: Ahşap binalar
Dünya genelinde depremden korunma ve sürdürülebilir çevre yönetimi açısından inşaat malzemelerinin, betonarme ve çelikten ahşaba evrildiği belirlendi.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Boğaziçi gibi mühendislikte ileri üniversitelerde de yeni trend ile uyumlu olacak şekilde, lisans ve lisansüstü düzeyde ahşap teknolojileri üzerine eğitim alan inşaat mühendisleri yetiştiriliyor.
ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Türer, yaptığı açıklamada, 1824’te Portland çimentosunun icat edilerek, özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren binalarda yoğunlukla kullanılmaya başladığını hatırlattı.
Bu çağda betonarme binaların hızla arttığına işaret eden Türer, “Ondan önceki yüzyıl ise duvarların yükü taşıdığı yığma yapıların çağı idi.” bilgisini verdi.
21. yüzyıla ise çevreci bir anlayışın hakim olduğuna dikkati çeken Türer, “Bu yüzyılda sürdürülebilir çevre yönetimi açısından inşaat malzemeleri betonarme ve çelikten ahşaba evriliyor. Bütün dünyada bu dönüşüm yaşanıyor. Betonarme çok sürdürülebilir bir teknoloji değil ve tüm önlemlere rağmen oldukça kirli bir sanayi.” diye konuştu.
Depremde hafif binalar daha az etkileniyor
Binalara etki eden deprem kuvvetlerinin binanın ağırlığı ile ilişkili olduğunu, Newton prensibine göre yapının kütlesi azaldıkça teorik olarak binayı etkileyen deprem kuvvetinin ve yıkılma olasılıklarının da azaldığını belirten Türer, binanın hafif ve dayanıklı olmasının, ahşap yapılarla mümkün olduğunu kaydetti.
Prof. Dr. Türer, “Ahşap yapılar, betondan en az 5 kat daha hafif, hafifledikçe kesitler de küçülüp daha hafifliyor. Bu durumda da depremin kuvveti, kabaca 5 kat daha az ahşap binalara etki eder. Ahşap binaların dayanıklılığı ise betonarme binalar ile boy ölçüşür.” bilgisini verdi.
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde binaların depreme dayanıklılıkları üzerine araştırmalar yaptıklarını aktaran Türer, “Ahşabın depreme dayanıklılığının daha yüksek olduğunu gördük. Bu demek oluyor ki binalar beton yerine ahşaptan yapılmış olsaydı belki de hiç yıkılmayacaklardı.” değerlendirmesinde bulundu.
ABD’de ve Kanada’daki binaların yüzde 95’inin ahşap olduğunun altını çizen Türer, hatta Kanada’da bir bina yapılacaksa öncelikle ahşap olmasını zorunlu kılan bir yasa bulunduğunu bildirdi.
Prof. Dr. Türer, şu bilgileri verdi:
“Kanada’da 8-10 katlı binaları ahşaptan yapıyorlar. İngiltere’de ise 80 katlı 300 metre yüksekliğinde Oakwood Ahşap gökdeleni tasarlanıyor. ABD Chicago’da, River Beech projesi kapsamında bir başka 80 katlı yapı ve Japonya’da da 70 katlı 350 metre yüksekliğinde ahşap yapılar planlanıyor. Geniş açıklıklı havaalanı, stadyum, hangar benzeri yapılar, CLT ve Glulam teknolojileri ile daha etkili binalar inşa edilebiliyor. Fakat Türkiye’de ahşap yapılar oranı yaklaşık yüzde 2 dolayında.”
Ahşap binaların yangınlarda risk taşıdığı yönünde yanlış bir kanaatin de bulunduğunu aktaran Türer, “Ahşap yangına çelik binalardan daha dayanıklıdır. Özellikle yangın büyük kesitlerde başlarsa kesitte çok yavaş ilerler. Ama çelik yapılar, yangın başladığında hızla ısıyı tüm kesite çok hızlı ilettiğinden çelik yumuşayacak ve göçecektir.” dedi.
“Ahşap yapılara ağırlık vermeli”
Türer, Türkiye Orman Ürünleri Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TORİD) ve Ulusal Ahşap Birliği (UAB) ile Kalkınma Bakanlığının desteğiyle Türkiye’de ahşap yapıların yaygınlaştırılması üzerine ortak bir proje yürüttüklerini bildirdi.
Ahmet Türer, Kalkınma Bakanlığınca fonlanan, Orman Genel Müdürlüğünün bünyesinde UNDP, TORİD ve UAB tarafından yürütülecek Ahşap Kullanımının Yaygınlaştırma ve Masif Ahşap Sektöründe Katma Değerli Ürün Çeşitlendirme Projesi’nin bu yıldan başlayarak üniversite, kamu, sivil toplum kuruluşları iş birliği çerçevesinde detaylı ve inter-disipliner bir proje çalışmasının olacağını belirtti.
Yerli ve yenilenebilir yapı malzemesi olarak ahşabın, Türkiye’de ihtiyaç duyulan yatay yapılaşma için de çok uygun bir malzeme olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Türer, şunları söyledi:
“Bu proje hedefleri içinde, depreme dayanıklı sağlam ve çevreye duyarlı enerji verimliliği yüksek sağlıklı yapılar, sürdürülebilir kırsal kalkınma, yüksek istihdam ve ihracat odaklı katma değerli masif ahşap ürünlerinin üretilmesi bulunuyor. Modern dünyada da inşaat sektöründeki eğilimler ve gidişat bu yönde.”
Türkiye’nin deprem ülkesi olduğunun altını çizen Türer, “Bizim de ahşap yapılara ağırlık vermemiz gerekiyor.” dedi.
Yeni mühendisler eğitiliyor
ODTÜ’de ve Boğaziçi Üniversitesi’nde dünya genelinde yeni trend ile uyumlu şekilde, binalardaki ahşap teknolojiler üzerine inşaat mühendisliği bölümünde lisans ve lisansüstü düzeyde eğitimler verilmeye başlandığını bildiren Türer, şunları kaydetti:
“Yeni mühendisler, bir özelliği de çevreci bir malzeme olan ahşap teknolojileri üzerine eğitim alarak mezun oluyor. Çünkü beton üretirken çimento fabrikaları karbondioksit salınımı yüksek oranda çıkıyor ve fosil yakıtlar çok tüketiliyor. Ayrıca hafriyatın doğadan yok olması için yıllar geçmesi gerekiyor. Oysa ahşap üretimi çevre yönetimi açısından temiz bir sanayi. Ahşabı dönüştürüp kağıt bile üretebilirsiniz, dönüştürüp yeniden yapabilirsiniz. Üretimi ağaçlar havadan karbondioksit alarak güneş enerjisi ile yapıyorlar, negatif karbon ayak izi var.”
Prof. Dr. Türer, günümüzde ahşap sanayi için canlı ve genç ağaçları değil yaşlanmış, ömrünü tamamlamış ağaçların kesildiğine işaret ederek, bunun ormanlar için de yararının büyük olduğunu vurguladı.
Kesilen ağaçlardan daha fazlasının dikilmesi, ağaç tarlaları ile ormanların daha fazla ve sağlıklı olacağını belirten Türer, global ısınma karşıtı ve depreme dayanıklı yapısal ahşabın inşaat sektöründe artık daha çok kullanılması gerektiğini sözlerine ekledi.