Yazarlar

YENİDEN SEVR Mİ YOKSA LOZAN MI?

YENİDEN SEVR Mİ YOKSA LOZAN MI?

Tahir CEYHAN

Güvenlik Uzmanı

            Türkiye çoklu bir tehditle kuşatılmış durumda. Adeta bir mengene içine alınmış gibi sıkıştırılıyor. Tehditlere yönelik adım attıkça mengene bir tık daha sıkıştırılarak Türkiye nefes alamaz duruma getiriliyor. Türkiye hedefe konulmuş ve üzerinde operasyon yapılıyor. Ülkede her şey birbirine karışmış durumda. Baktığımızda içte ve dışta sanki hiç çözülmeyecek gibi sadece düğümlenmiş bir sorunlar yumağı görüyoruz. Tehditler ve tehlikeler üst üste geliyor. Türkiye yönetilemeyen bir ülke haline dönüştürülmek isteniyor.

            Bugün ülkemizde yaşananları anlayabilmek ve büyük resmi daha iyi görebilmek için 100 yıllık bir tecrübeden dersler çıkararak şu soruyu sormak gerekiyor: Emperyalistler Türkiye’de bugün ne yapmak istiyor?

            100 yıldır değişmeyen tek hedefleri var, Sevr’i yeniden hayata geçirmek. Mustafa Kemal Atatürk’ün bütünlüğünü sağladığı Türk Milletinin kurduğu ulus devleti, devletin temellerini, onun maddi manevi mirasını, ordusu dâhil, yıkmak, parçalamak, dağıtmak ve yok etmek…

            Diğer bir anlatımla emperyalistler Atatürk’ün Türkiye’sinden 100 yılın intikamını alıp mazlum milletlere bir kez daha boyun eğdirmek, onları esir etmek, ülkelerini sömürge, halkını köle yapmak ya da vatanında mülteci konumuna düşürmek istiyorlar… Bu saldırı ve operasyon yeni değil, yüzlerce yıldır sürüyor… Uygulamaya konulan bu operasyon planı dört aşamadan oluşuyor.

            Birincisi: ABD-İsrail yörüngesinde hareket edecek hükümetleri işbaşına getirmek,

            İkinci aşama: İşbaşına gelen hükümetler eliyle ve uygulanacak neo-liberal politikalar ile özelleştirme/yabancı sermaye adıyla sahip olunan kaynakların yönetimini ele geçirmek,

            Üçüncü aşama: Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler söylemleriyle bir/bütünleşmiş olan ulusları etnik ve mezhep ekseninde ayrıştırmak, ayrışan grupları birbirine karşı güçlendirmek.

            Son aşama ise: Birliğini kaybederek zayıflamış, kaynaklarını kaybederek yoksullaşmış ve borçlanmış, çocuklarını kaybederek gelecek umudunu yitirmiş, doğrudan iç savaş tehdidi ile korkutulmuş ve sindirilmiş bir milleti, başına gelebilecek her felakete razı etmektir.

            Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi kapsamında müttefiklerince kullanılan Türkiye aynı zamanda müttefiklerinin üzerinde operasyon uyguladıkları bir ülke. Stratejik ortağımız ABD’nin, NATO’daki müttefiklerimizin hedef tahtasına koydukları bir ülke konumunda. Ortadoğu’nun ABD ile Batı’nın çıkarları ve İsrail’in güvenliğinin temini konusunda şekillenmesi için bir proje yürütülüyor. Maalesef Türkiye bu proje kapsamında uzunca bir süre kullanıldı. Bu proje adım adım hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu plan çerçevesinde emperyalistlerin, Türkiye’de gerçekleştirilmek istedikleri hedefleri şöyle sıralayabiliriz:

            Megali İdea’nın* gerçekleştirilmesi kapsamında Kıbrıs’ın Rumlara, Ege’nin Yunanistan’a teslimi,

            Bölücü terör örgütü PKK veya siyasal uzantıları ile pazarlık (yeni ‘çözüm süreci’nin başlatılması) ve Doğu-Güneydoğu’ya özerklik tanınması,

            Türkiye’nin Astana sürecinden ayrılarak Irak, Suriye ve İran politikalarında ABD ile birlikte hareket etmesi,

            Ruhban Okulu’nun açılması,

            Kürtler, Süryaniler, Yezidiler ve Lazların etnik azınlık olarak tanınması,

            Ve Lozan’dan tamamen vazgeçilmesi.

            İçinde bulunduğu süreçte 24 Haziran seçimlerinden ne sonuç çıkarsa çıksın istikrarsız bir Türkiye hedefleniyor. Türkiye güçsüz bırakılarak, her istediklerinin kolaylıkla yaptırılması hesaplanıyor.

Bölgemizde Tesadüf Olmayan Son Gelişmeler

            Bölgemize bakacak olursak, son bir ay içinde ABD ve İsrail’in Suriye, İran, Türkiye’ye yönelik faaliyetlerde yoğunluk gözlenmektedir. Yaşanan olayları şöyle bir gözden geçirelim:

            ABD’de; “şahin” bir ekip kritik görevlere geldi. Böylece “ABD’deki İsrail” güçlendi. ABD Başkanı Trump İran ile yaptığı nükleer anlaşmayı tek taraflı olarak iptal etti.

            Suriye’de; Fırat’ın doğusuna “Arap ordusu” yerleştiriliyor. Suriye’ye NATO müdahalesi konuşulmaya başlandı. IŞİD tehlikesinin yerini İran’ın bölgedeki varlığı aldı. ABD, İran tehdidi geçene kadar bölgede kalacağını ilan etti. Yine ABD Suriye ve Irak’ın kuzeyine silah ve mühimmat yığmaya devam etmekle beraber PYD/PKK’ya açık açık destek vermeye devam ediyor. “Bölgede kurulması planlanan 2’nci İsrail”in bağımsızlık fiyaskosu telafi edilmeye çalışılıyor.

            Son günlerde, Türkiye’de Afrin operasyonu gündemden düşmüş gözüküyor. İsrail’in güvenliği sağlanmıştır. Bundan sonra ilk hamlede şunların gerçekleştirilmesi beklenebilir: Terör örgütü PKK/PYD, Güneydoğu Anadolu bölgesinde gerilimi tırmandırmaya hazırlanmaktadır. Tırmanan gerilimin ardından da terör eylemlerini arttıracaklardır. Bu bağlamda Türkiye’deki cezaevlerinde de olay çıkarabilecekleri dikkate alınmalı ve bunun üzerinde durulmalıdır. Ardından Suriye’den harekete geçeceklerdir.

            ABD’nin yardımı kesme yönündeki söylemlerine rağmen Fransa’nın PYD/PKK’ya topçu desteğiyle birlikte bölgeye gelmesinin PKK/PYD’ye yönelik bir hamle olduğu açıktır. Bu kapsamda ağır silahlar ve topçu bataryalarının desteği, terör örgütünün Suriye’de ve Irak’ta mutlak büyük bir savaşa hazırlanması anlamına gelmektedir. Bu ülkemize yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğundan, bu yöndeki muhtemel gelişmelere dikkat edilmesi gerekmektedir.

            Ekonomik operasyonlar kapsamında; Rusya, Türkiye ve İran’a yönelik ekonomik operasyonlar (ülkelerin uyguladıkları yanlış ya da popülist politikaların yarattığı hassasiyetten yararlanılarak) devreye girdi. Üç ülkede de döviz tırmandı ve alınan tedbirlere rağmen mevcut durum muhafaza edilmeye en azından kurun yükselmemesine çalışılıyor. Ekonomik krizle yapılmak istenen, ülkelerin içinde iç kargaşa yaratılması ve hedeflere ulaşılmasında bir şantaj unsuru (halk tabiriyle sopa) olarak kullanmak.

            Irak’taki seçimler güvenliğin olmadığı bir ortamda yapıldı. Sonuçlar tartışmalı… Seçim sonuçlarına göre katılım düşük seviyede kaldı. Kerkük’te Arap ve Türkmen oyları çalındı. Kerkük’ün demografik yapısı değiştirilmeye çalışılıyor.Irak’ta gerilim yükseldi ve halen iç mücadele içine sokulmaya çalışılıyor.

            Filistin’de ABD eş zamanlı olarak, 14 Mayıs’ta İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. Filistinlilerin ayaklanması üzerine, İsrail 60 kişinin ölümü ve yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir katliam gerçekleştirdi. Doğal olarak dünya gündemi Kudüs oldu. Dönem başkanlığını yapan Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nı olağanüstü toplantıya çağırdı ve toplantı sonucu 30 maddelik sonuç bildirgesi yayınlandı.

       Bu gelişmeler çerçevesinde görünen şu ki, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi aksaksız olmasa da yürüyor. Bu planın ideolojik arka planında İslam’ı yeni düşman olarak belirleyen Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi yatıyor. Bir yanda Suudi Arabistan, diğer yanda İran… Ilımlı İslam da makyajıyla islam ülkelerini birbirine kırdırıyor. Müslümanların birbirini kırmadığı durumlarda ise kendisi doğrudan devreye giriyor.

            İsrail, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi ve seçim sürecini fırsata çevirebilmek için kısa süre içinde sonuç almaya yönelik hamlelere girişti. Bu hamleler şunlar:

            1) ABD, İsrail ve Yunanistan katılımıyla 26 Mart – 5 Nisan 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilen, Girit’te başlatılıp İsrail’in Hayfa limanında tamamlanan ORTAK ASKERİ TATBİKAT; ki bu tatbikatta öncelikli HEDEF TÜRKİYE olmak üzere Suriye, İran ve Rusya da hedefler arasında.

            2) İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları arasında İsrail Başbakanı, Yunanistan ve GKRY Başkanı’nın katılımıyla Kıbrıs’ta yapılan gaz ittifak anlaşması.

            Yapılan gaz anlaşmasına göre, Doğu Akdeniz gazı, denizden 1880 km’lik boru hattıyla önce Yunanistan’a buradan da Avrupa ülkelerine ulaştırılacak.

            Bu anlaşmanın amacı, Türkiye’yi, enerji denkleminde devre dışı bırakmak. Yani, YİNE HEDEF TÜRKİYE

            3) İsrail, Trump’ın açıklamasıyla eş zamanlı harekete geçerek Şam yakınlarındaki hedeflere füzeyle saldırdı. Ancak, Suriye hava savunma sistemi iyi çalışması sonucu saldırı etkisiz kaldı. Siyonist yönetim sıkıştı ve beka sorunu ortaya çıktı. Bu nedenle Amerika’yı da içine çekecek savaş tertipleri peşinde

            Yapılmak istenenlere ilişkin şunları söyleyebiliriz:

            Türkiye birinci ve ikinci İsrail ile güneyden, ABD ve İsrail destekli Yunanistan ile Akdeniz ve Ege’den kuşatılarak, Suriye kriziyle Doğu Akdeniz ve Ege krizi birleştirilmek istenmektedir.

            Türkiye, Suriye krizinde önce Atlantik cephesinde yer aldı ve batağa saplanmış, sonra Avrasya’ya yönelmişti. Rusya ve İran’la ortak hareket etmeye başlamıştı. Bu sayede Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları yapabildi. Ayrıca bölge cephesi Kerkük’te de sonuç aldı. Amerika ve İsrail’in ikinci İsrail projesi çökertildi.

            Şimdiki kuşatmanın amacı savaşarak ya da savaşmadan Türkiye’yi teslim almaktır. Türkiye’nin bu durumdan ancak tek başına kalmadan bir ittifak sistemi kurarak çıkmasının mümkün olduğu değerlendirilmektedir. Bunu açacak olursak; ABD ve İsrail Suriye ve Irak’taki krizi Doğu Akdeniz ve Ege’ye doğru genişlettiğine göre, Türkiye de Suriye’de, Irak’ta kurduğu ittifakı Ege’ye kadar uzatmalı. Yani, Suriye’nin de katılımıyla Türkiye, Rusya, İran, Irak ittifakı oluşturulmalıdır. Hatta bu ittifaka Çin de dâhil edilebilir.

            Ayrıca, Avrasya güçleri Doğu Akdeniz ve Ege’deki stratejik çıkarlarına çerçevesinde Doğu Akdeniz’in, Ege’nin ABD ve İsrail’in kontrolüne girmesini istemezler. Bu nedenle Türkiye’yle birlikte hareket edebilirler. Burada en önemli sorun, “Esad saplantısı” olan siyasal iktidardadır. Bu nedenle Türkiye’nin önünde iki yol bulunmaktadır. Ya Suriye ile ilişkileri normalleştirmek ve böylece bölgesel ittifakı Akdeniz’e, Ege’ye yayarak ABD-İsrail-Yunanistan kuşatmasını kırmak; ya da Akdeniz ve Ege’de yalnız kalmak.

            Sonuçta meydana gelen gelişmelere göre TÜRKİYE’NİN KARŞI KARŞIYA KALDIĞICİDDİTEHLİKELERE GÖRE YAPILMASI GEREKENLERİ şöyle sıralayabiliriz:1)Dışarıdan yapılacak saldırılara karşı birlik,2)Bölge ülkeleriyle işbirliği,3)Çin, Rusya, İran, Hindistan, … Asya ülkeleriyle birlikte kalkınma,4)Suriye’de Esad yönetimi ile açık ve doğrudan temas,5)Irak ile dayanışma,6)Avrupa ile gereksiz çatışmalara son verilmesi ve7)Türkiye’deki ABD askeri faaliyetlerinin durdurulmasıdır.

Kıbrıs Uyuşmazlığındaki** Gelişmeler

            AKP iktidarının ilk yılından itibaren Kıbrıs gündemde oldu. Rum kesiminin AB’ye alınmasına karşı çıkılmadığı gibi, Rum kesimini tanıma anlamına gelen bir protokol imzalandı. Tepkiler üzerine bu protokol TBMM’ye getirilemedi, ama iptal de edilmedi, hâlen bekletiliyor. Bu protokolün yürürlüğe konması AB’nin Türkiye ile müzakereleri sürdürmesinin şartlarından birisi olarak öne sürülüyor.

            Kıbrıs’ta “Çözüm” için defalarca masaya oturuldu. Batılı emperyalistlerin de Rumların da temel hedefi hiç değişmedi; “Türkiye’nin garantörlüğü sona erdirilmesinin yanısıra Türk Askeri Ada’dan çekilsin”!

            Türkiye seçim telaşına kapılıp içine gömülmüşken fırsattan yararlanarak Batı emperyalizmi Kıbrıs’ı anavatandan koparmak için yeni bir saldırı başlattı.

            Birleşmiş Milletler, Genel Sekreter Guterres’in yeni Kıbrıs Özel Temsilcisi olarak ABD’li Jane Holl Lute isimli bir kadını atadı. Bu kadın, göreve gelir gelmez belli ki aldığı talimatlar doğrultusunda Kıbrıs’ı Türklerden koparmak için hızla çalışmalara başladı! Yani, amaç yangından mal kaçırır gibi Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak (yeni Akritas Planı!) edilmesi.

            Son gelişmeleri hatırlayacak olursak; Ocak 2017’de Cenevre’de yapılan Kıbrıs müzakereleri bilindiği gibi Rum ve Yunan tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle sonuçsuz bir şekilde dağılmıştı. Gen. Sek. Guterres, “Kıbrıs sorununun çözümü için gösterdiği katkılardan dolayı Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye teşekkür etti.” Daha sonra adaya giden T.C.’nin bakanları, “Kıbrıs’ta artık yeni bir dönemin başlayacağını, sonsuza dek görüşmelerin sürdürülemeyeceğini” ifade etmişlerdi.

            Damadı Rum asıllı olan KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı Türkiye, KKTC, Türk Milleti ve Kıbrıs Türk halkını da yakından ilgilendiren bu girişimi için kimseye danışmadan (KKTC Meclisi dahil) yeni bir inisiyatif başlattı. Bu inisiyatif kapsamında EOKA’ya güzellemeler düzen GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’e başvurarak, “Guterres Belgesi” üzerinde yeniden müzakerelerin başlatılmasını” talep etti. Doğal olarak Akıncı’ya KKTC’de son derece üst perdeden tepkiler yükseldi.

            Şimdi yine anlıyoruz ki oyun içinde oyun oynanmış: İsviçre’de sorunun çözümü için “Guterres Belgesi” olarak adlandırılan bir paket müzakere edilmiş. Beş maddeden oluşan bu paket içindeki en önemli maddenin, “Kıbrıs’ta Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün kaldırılması, Türk askerinin adadan çekilmesi ve sayısının 650’ye indirilmesi” olduğunu unutmayalım.

            BM parametreleri iki toplumun uzlaşısına bağlı olması nedeniyle, KKTC Cumhurbaşkanı yetkilerini almak kaydıyla görüşmeleri sürdürebilir. Yani anlaşma, Guterres fikirleri çerçeve halinde imzalanacaksa, Anayasanın gereği olarak KKTC parlamentosunun onaylanması gerekiyor. Ayrıca, Garantilerle ilgili madde için de Türkiye’nin onayı gerekiyor..

            KKTC’nin üçüncü cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu da yaptığı yazılı açıklamada, “Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinden vazgeçmek, Türkiye ve KKTC’nin, Türk ulusunun geleceğini, güvenliğini tehlikeye atmak demektir. Bu bağlamda Akıncı’nın Rum tarafına yaptığı son öneri asla Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye tarafından desteklenemez” ifadelerini kullandı. Ayrıca Eroğlu, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın büyük yalpalamalar içinde olduğunu ileri sürerek, “Yaptıkları eşitliğimizi, güvenliğimizi, özgürlüğümüzü, bu topraklarda tutunmamızı sağlayan sosyo-ekonomik yapımızı, topraklarımızı tehlikeye atacak şeylerdir” dedi.

            Bu çerçevede, T.C.’nin etkin ve fiili garantörlüğünü sulandırmak veya vazgeçmek kabul edilemez. Bu anlaşmayla; KKTC’ye yüzbinlerce Rum’un yerleşeceği, Türk nüfus dörtte bir oranında dondurulacağı, en az 100 bin TC kökenlinin adadan atılacağı, TC vatandaşlarının adaya Shengen vizesi ile geleceği, mülk sorununun komisyonda çözülmesine kadar kuzeyde hiçbir yatırımın yapılamayacağı, ekonominin ve üniversitelerin çökeceği, en az 50 köyün ve 50 bin Türk’ün 4’üncü kez göçe zorlanacağı bir çözümün kabul edilmesi anlamına gelir.

            Emperyalizmle mücadele, iddiasında olan siyasal iktidar, bu güne kadar Akıncı’ya, “Sen kimin hakkını, kime sorarak ve kiminle müzakere ediyorsun!” diye sormamış ve bu konuda kamuoyunu bilgilendirici mahiyette bir açıklama yapmamıştır.

            Ülkemiz açısından hayati boyut kazanan bu gelişmeler çerçevesinde iktidar tarafından atılması beklenen adımlar şunlardır: İlk önemli adım Türkiye’nin KKTC ile entegrasyonu olmalıdır. Atılacak ikinci adım, hiç gecikmeden ve hiç kimseden çekinmeden, hakkaniyetine inandığımız Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgemizi ilan etmek ve onu gerekirse askeri tedbirlerle korumaktır. Bundan sonraki aşama ise, Türkiye ve KKTC’nin ortak bir MEB ilan etmesi olmalıdır.

Yeni “Çözüm Süreci” Başlatma Çağrıları

            Bu konuda en son gelişmeler şöyle:

            Terör örgütü PKK/YPG, Nisan ayı son haftasında Washington’da büro açmak için başvurdu.

            PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim, yine aynı tarihlerde Türkiye’nin kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nin Parlamenterler Asamblesi’ne konuşmacı olarak davet edildi. Türk heyeti, toplantıyı terk ederek pasif bir tepki verdi. 

            ABD 2017 İnsan Hakları Raporu’nda, Türkiye’nin Süryanileri, Caferileri, Yezidileri, Kürtleri, Arapları, Romanları, Çerkezleri ve Lazları “Azınlık” olarak tanımaması eleştirildi. AncakTürkiye, raporun sadece “FETÖ” bölümüne tepki göstermekle yetindi.

            ABD’ye rağmen Afrin’den sonra Menbiç’e yönelik harekât yapılacağı açıklanmasına karşın, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD ile üç aşamalı “Yol haritası” üzerinde anlaştıklarını/uzlaştıklarını, bu yol haritasının uygulanması halinde “YPG’nin Menbiç’ten çekileceğine” ilişkin açıklama yaptı. (Bu açıklamayla ilgili akıllara şu sorular geldi: YPG, Menbiç’ten çekilince, sorun giderilmiş olacak mı? YPG nereye çekilecek, Kandil’e mi Türkiye’ye mi? YPG çekilecek, peki PYD ne olacak?)Buradan ABD’nin, Türkiye’nin yapacağı operasyonu engellemek için Menbiç’i elinde pazarlık aracı olarak tuttuğu anlaşılmaktadır.

            Bu sorunu çözmek için 4 Haziran’da Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Pompeo arasında Washington’da yapılacak görüşmenin ardından son şekli verilmesi beklenen ve birçok soru işareti (Örneğin; Fırat’ın doğusu ne olacak? Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekâtlarının kazanımları nasıl korunacak? gibi) doğuran anlaşmaya göre, Menbiç’teki PYD/YPG’li teröristler bölgeden uzaklaştırılacak, kenti Amerikan ve Türk kuvvetleri birlikte kontrol edecek.

            En önemli gelişme ise, AKP’li eski bakanlar Efkan Ala, Mehdi Eker ile Taner Yıldız iktidar medyasının, “PKK’nın İngiltere Temsilciliği” olarak adlandırdığı Londra’da konuşlu Democratic ProgressInstitute (DPI)’yı ziyaret etti. Bu ziyaretten kısa bir süre sonra da DPI Başkanı Kerim Yıldız, “Çözüm süreci yeniden başlamalı” şeklinde bir açıklama yaptı. Gerek ziyarete katılan eski bakanlar gerekse siyasi iktidar, bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı.

            Bu konuda nabız yoklandığı artık açıkça ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13-15 Mayıs tarihlerinde yapmış olduğu İngiltere ziyaretinde muhtemelençözüm süreci”, Kıbrıs’taki enerji kaynakları ve yine İngiltere’nin Kıbrıs’taki üslerine ilişkin konularının da gündeme geldiği resmi olarak açıklanmasa da tahmin edilmesi zor değil. Meydana gelen gelişmeler, seçime katılan siyasal partilerin seçim bildirgelerinde konuyla ilgili hususlar dikkate alındığında seçimden sonra yapılmak istenenleri şöyle öngörebiliriz:

            Rusya’nın da oluruyla ABD ile Suriye kuzeyinde TSK’nın kontrolündeki Afrin ve Menbiç bölgesi başlatılan özerklik uygulamasının sürdürülmesi, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki varlığını sürdürmesinin kabul edilmesi,

            Daha sonra halk oylamasının sonucuna bırakılarak her iki bölgenin birleştirilmesinin sağlanması,

            – PYD/PKK (Kürt)Koridoru’nun içinde Irak kuzeyinde olduğu gibi bir ‘Güney Kürdistan’ın kurulması ve bu bölgenin İsrail ile birleştirilerek “Büyük İsrail’in kurulmasında ilk adımın atılması.

Ruhban Okulu

            Yunanistan ile geçmişte vakıf ve taşınmaz mal sorunu, Ruhban Okulu‟nun canlandırılması, Ekümeniklik gibi sorunlar vardı. Ancak, 2003 sonrasında bu sorunların sistematik olarak verilen tavizler ile büyük ölçüde aşıldığı ama bu iyi niyetin Batı Trakya Türk Azınlığı‟nın koşullarına yansımadığı görülmektedir.

            Ruhban Okulu’nu Türkiye kapatmadı. Patrikhane bu okulu, 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin tüm özel yükseköğretim kurumlarının bir devlet üniversitesine bağlanması kararını kabul etmeyerek kapattı. Sonrasında defalarca Milli Eğitim Bakanlığı veya bir üniversiteye bağlanması çözümü sunuldu, ancak Patrikhane hepsine karşı çıktı. Çünkü öğretim birliğini öngören Tevhid-i Tedrisat Kanunu dışında kalmak, Yunanistan’dan öğrenci getirmek, istediği şekilde eğitimi yapmak, “Özerklik”liği elde etmek. Patrikhane, nihai olarak Vatikan tipi bir devlet kurmayı amaçlamaktadır.

            Heybeliada Ruhban Okulu‟nun açılmasını, aksi takdirde ruhban bulamayacaklarını söyleyen Patrikhane, 2004 Şubat ayı içerisinde, sessiz sedasız Katoliklerin Kardinaller Meclisine karşılık gelen Sen Sinod Meclisi‟ne altı yabancı metropolit atamıştır. Gerekçe olarak da “İstanbul’daki cemaatin ve ruhanilerin sayısının kısıtlı, bazılarının yaşlı ve hasta olmaları” gösterilmiştir. İstanbul Rumlarının sorunları hakkında Yunan iddialarının özeti, 23 Nisan 2005 tarihli günlük Eleftherotipia gazetesinde yer almaktadır;

            – Heybeliada Ruhban okulunun yeniden açılması,

            – İstanbul “Evrensel Yunan Patrikhanesinin Evrensellik” statüsünün hukuken tanınması,

            – Türkiye‟deki azınlık sorunlarının çözümünün, azınlık kurumlarının uluslararası örgütlere başvurmadan çözülmesi,

            – Yunanlılara ait hayır kurumlarında yöneticilerin seçimle iş başına gelmelerinin sağlanması,

            – Türk devletine intikal eden kişilere ait mülklerin iade edilmesi,

            – Kamulaştırılan vakıf mallarının Türk devleti tarafından iade edilmesi.

            İşte tam 24 Haziran seçim sürecinde ilginç bir görüşme oldu, Erdoğan ile Patrik Bartholomeos bir araya geldi. Yapılan görüşmede Patrik’in, “Yurtdışından Türkiye’ye gelen eski İstanbulluların çocukları ve torunları için vatandaşlık hizmetlerinin hızlandırılması” ile Ruhban Okulu’nun açılması talebinde bulunduğu, Erdoğan’ın da, “Taleplerin değerlendirileceğini” söylediği bildirildi.

            Ruhban Okulu’nun emperyalizmin istekleri doğrultusunda açılmasının, eğitim-öğretimde birliğin ortadan kalkması, özetle; Misyoner okulları ve dahi mektep-medrese ikiliğine dönüş anlamına geleceğini söyleyebiliriz.

Lozan’ın Güncellenmesi

            Lozan Barış Antlaşması, yabancı devletler tarafından uluslararası alanda sınırlarımızın ve her açıdan bağımsızlığımızın tanınmasının tescili olmasından ötürü ve sürekliliği nedeniyle ülkemiz için yaşamsal öneme haiz bir tapu niteliğindedir. Ancak günümüzde Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini içine sindirememiş bazı eski dönem kalıntıları Lozan Antlaşması’nı eleştirmeyi sürdürmektedir.

            Nitekim Yeni Şafak Gazetesi, 6 Mayıs tarihinde “Lozan Antlaşması halka açılıyor” başlığıyla bir haber yayınladı Bu haberde şunlar yer alıyor: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz yıllarda, ‘1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştı. Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu?’ eleştirilerinin ardından verdiği antlaşma dosyalarının halka açılması talimatı hayata geçiyor. Konuyla ilgili çalışmaları başlatan Dışişleri Bakanlığı, Fransa arşivlerinde muhafaza edilen orijinal belgeleri topladı ve anlaşmanın tüm maddelerini dijital ortama geçirmeye başladı. Sadece Lozan Antlaşması değil, Lozan’da imzalanan sözleşmeler, senetler, Lozan Antlaşması’na ekli mektuplar, Montrö Boğazlar Antlaşmalarının orijinal ve ıslak imzalı nüshaları da dijital ortama taşınacak. Çalışmalar tamamlandıktan sonra belgeler halka açılacak. Böylece antlaşmanın halktan saklanan gizli maddeleri de 96 yıl sonra gün yüzüne çıkacak.”

            Bu haberin son satırları ise şunları içeriyor: “Lozan anlaşması imzalandığında zafer olarak yansıtılmıştı. Ancak bu anlaşmayla Türkiye aleyhine büyük kozlar da verilmişti. Bugün Lozan artık zafer olarak anılmıyor.”Peki, bu Lozan mesajları nereye verilmektedir?

            ABD’nin, Lozan’ı tamamen benimsemediği, AB’nin ise geçersiz sayılmasını istediği bilinen bir gerçektir. Bu arada, Cumhurbaşkanı’nın 5 ay önceki Yunanistan ziyaretinde, “Lozan güncellenmeli” diye açıklamada bulunduğu da hatırlatmalıyız. Bu açıklama ülkemizde, Batı Trakya’daki soydaşlarımızın hakları bağlamında düşünülürken, Yunan Dışişleri Bakanı tarafından, Erdoğan’ın kastettiği hususun “Türkiye’nin Doğu sınırları ile ilgili olduğunu” öne sürülmüştür.

Türkiye’de Başkanlığı Kim, Neden İstiyor?

            Türkiye gibi üniter (ulus) devletler ise kuruluşları sırasında farklı etnik köken ve inanç gruplarının ortak paydası üzerine kuruldular. Bu birlikteliği bozacak özerklik, eyalet… ve benzeri gibi yapılar paydayı geçersiz kılar ve ulus devlet dağılır. Eyalet/özerklik ve başkanlık bu nedenledir ki yıllardır ABD ve AB tarafından Türkiye’ye dayatılmıştır. Emperyalizmin buradaki asıl amacı. Kürdistan’ın (İkinci İsrail’in) kurulmasına giden yolun açılmasıdır. Bu nedenle başkanlık rejimi, ABD projesidir ve Türkiye’yi bölmek içindir.

            CIA eski Türkiye şefi Paul Bernard Henze’nin2006’da Beyaz Saray’a Türkiye hakkında sunduğu raporda; Türkiye’de ABD (İsrail) siyasetinin engel görmeden uygulanabilmesi için acilen Türkiye’ye özgü bir şekilde Başkanlık Sistemine geçilmesini öngören raporu şunları içeriyor:

            “Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde, Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. (Burada kast edilen kuvvetler ayrılığıdır.) Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan Başkanlık Rejimi’ne geçilmelidir.

            Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerinde kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olamaz.”

            Bu rapordan anlaşılacağı gibi Başkanlık Sistemi Henze’nin belirttiği gibi Ortadoğu’da ABD sömürüsünün, İsrail’in Büyük İsrail siyasetinin önünü açacak en önemli projedir. Bu iki ülkenin özellikle Ortadoğu’da ortak siyasetlerini sürdürebilmesi Başkanlık Rejimi’nin Türkiye’de kurulmasından geçmektedir. Doğal olarak bu durum aynı zamanda Türkiye’nin tamamen ABD, İsrail’in kontrolüne girdiği anlamına gelmektedir. Yoksa ülkedeki siyasilerinin kendi istek ve arzuları gibi değerlendirmek kadar masum ve sınırlı olmayıp daha geniş bir projedir. Bu rejimin Türkiye’de hayata geçmesi (Fiili olarak uygulanmaya başlanmakla beraber, 24 Haziran seçimleriyle diğer yasal uygulamalarla birlikte kalıcı -en azından bir dönem- duruma gelecektir), BOP Projesi’nin başarıya ulaşmasını sağlayacaktır. 

            Başkanlık altında yapılacak olan “yeni anayasa” ve düzenlemeler ile bir bütün olan Türk Milleti parça parça birbirinden koparılacaktır. Sadece birbirinden kopuş değil, işin içinde elbette özel eğitim, özel okul, özel ibadet, kaynak satışlarının güvence altına alınması, Fener Rum Patrikhanesi’ne ekümenik statüsü verilmesi (Ruhban Okulu’nun açılması dâhil), azınlık okulları ki artık azınlık değil yönetici olarak bunu düşünmeli, liste böylece uzayıp gitmektedir. İşte tüm bunlar “yeni anayasa” ile vebu anayasayı şekillendirecek tek ve seçilecek yeni başkanla olabilir.

            Türk Milleti olarak isteğimiz ülkemizin parçalanmasına, saygınlığının azalmasına, savaşla kazandığımız topraklarımızın masada kaybedilmesine yol açmayacak adımların atılması ve daima başımızın dik, ülkemizin onurlu ve güçlü olmasıdır. Tarihte ülkemize ve milletimize karşı böylesine yıkım/yok oluş plan ve projelerinin şimdiye kadar tuttuğu görülmemiştir, tutmayacaktır da. Keza yeni Cumhurbaşkanını da, iktidarı da ülkemizin yukarıda açıklanmaya çalışılan karşı karşıya kalmış olduğu tehditler ve ihtiyaçlar belirleyecektir. Tabii ki bu da ancak milletimizin sandık başında aklı, vicdanı ve sorumluluklarını göz önüne alarak oy kullanmasıyla gerçekleşecektir.

 

Açıklama:

(*) Megali İdea şu şekilde özetlenebilir: Yunanistan’ın Bizans İmparatorluğu’nu ve Fatih’ten önceki büyük Hıristiyan Ortodoks devletini, Karadeniz kıyılarında Pontus devletini yeniden kurmak; Ege’deki bütün adaları ele geçirmek, Anadolu’nun Ege kıyılarına yerleşmek; Girit ve Kıbrıs adalarını Yunanistan’a katmak; Ayasofya’yı yeniden büyük kilise yapmak ve devletin başkentini İstanbul’a taşımak.

(**)Kıbrıs sorunu yerine bu kavram daha uygundur. Bu bir iç sorun değildir. Çünkü bir anlaşmazlıkta egemenlik, toprak ve sınır konuları gündemde ise, ki öyledir, bu artık uluslararası bir sorun olur. Bu nedenle “Kıbrıs Uyuşmazlığı” süreci daha iyi tanımlayan bir kavramdır. (Dr. Ahmet Zeki Bulunç. KKTC Büyükelçisi (E). Başkent Üni. Öğ. Gör.)

Tahir CEYHAN

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu