44 YIL ÖNCE O GÜN…
44 YIL ÖNCE O GÜN…
(1974 KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ ANISINA)
Atilla ÇİLİNGİR
Kıbrıs Gazisi&E.Yb.&Yazar
Günün ilk ışıkları Akdeniz’i henüz
aydınlatmış, yaz sıcağının ıslak nemli havası bölgeye iyice sinmiş, nefes almayı
dahi zorlaştırıyordu. Çevrede sadece ağustos böceklerinin gevezeliği duyuluyor,
tabiat ana büyük bir suskunluk yaşıyordu. Yaşam, az sonra büyük bir olaya tanık
olacağını nerden bilebilirdi ki?
Savaşa katılacak askerler, kaderin onlara neyi, nasıl sunacağını
bilmeden büyük bir heyecanla komutanlarından gelecek emri bekliyorlardı…
Güneş bir mızrak boyu yükselmişti ki bu büyülü ortamı, o ölüme
benzeyen, o görülemeyen sessizliği, transistorlu bir radyonun sesi bozuverdi!
Takvimlerdeki zaman 1974’ün 20 Temmuz’unu gösteriyor; saatler ise
altıyı on dakika geçiyordu…
Radyodan duyulan ses biraz daha yükseldi… Sadece onlar değil sanki
yer, gök bu sesi dinliyordu:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’a indirme ve
çıkarma harekâtına başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve
insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş
olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki, kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir
çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere
değil, Rumlara da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz.”
Gerçek o ki, savaş başlamıştı. İşte o anda ölüme benzeyen ama
görülemeyen o sessizlik bir anda; “Yaşa!, Varol!” nidalarıyla bozuluverdi. Çünkü
helikopterlerle Kıbrıs’a gidecek askerlerden önce, hava indirme birlikleri,
dönemin Başbakanı Ecevit’in bu konuşmayı yaptığı dakikalarda adaya paraşüt
atlayışlarını gerçekleştirmişlerdi.
Yıldırım Üsteğmen; bölüğünün subay ve astsubaylarını yanına çağırdı:
– Gazamız mübarek olsun arkadaşlar. Birkaç saat içinde adaya hareket edeceğiz.
Birliklerinizi helikopterlere biniş sırasına göre hazırlayın, dedi.
Onlar takımlarının başına dönerken, aklına şu çok sevdiği cümle
gelivermişti! Bir Kızılderili atasözüydü;
“Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem, utanç
duymayayım.”
Düşman kuvvetli miydi?
Arazi nasıldı?
Gerçekten de adada karşılaşacakları durum neydi?
Onları nasıl bir ortam bekliyordu?
Kıbrıs’ta soydaşlarımızı, acımasızca katleden Rum çetecileri onları
nasıl karşılayacakları?
Radyodan dinlediği kadarıyla, oraya gittiklerinde onlara ateş
açılmaması mümkün olabilir miydi?
Sorular, sorular, sorular…
Şimdi bunları düşünmenin ne zamanı, ne de sırasıydı. Zaten zaman
gelmiş, helikopterlere biniş sırası onlardaydı. İşte tam bu sırada, Harp
Okulunda sınıf arkadaşı Üsteğmen Ali Zekayi’nin bulundukları bölgeye doğru
geldiğini gördü.
Üsteğmen Ali nefes, nefese;
– Yıldırım, ben de sizle adaya gelmeliyim. Beni tabur komutanınızın
yanına götürür müsün? dedi.
Yıldırım Üsteğmen şaşırmıştı!
– Ali sen de nereden çıktın?
O anda, Üsteğmen Ali’nin Kıbrıslı olduğunu ailesinin de adada
yaşadığını hatırladı. Ali Üsteğmen yıllar önce askeri ortaokula onunla birlikte
başlamıştı. O yıl, o ve üç arkadaşı askeri okula başlamışlar, subay çıktıktan
sonra da her birisi ülkemizin değişik birliklerinde görev almışlardı…
Ali Üsteğmen:
– Yıldırım, ben Eğridir’de komando kursundaydım. Kıbrıs’ta savaş
çıktığını öğrenince, kurstan kaçtım, kendi aracımla buraya kadar geldim. Şimdi
de adaya savaşmaya gitmem gerekiyor.
Yıldırım Üsteğmen,
– Tamam, ben şimdi durumu Tabur komutanımıza ileteceğim, diyerek, Burhanettin
Yarbayın yanına gitti. Kısa bir süre geçmişti ki, tekrar Ali Zekayi Üsteğmenin
yanına döndü
– Tamam, Ali sen de bizimle birlikte adaya geliyorsun. Yanında bu
tabancandan başka silahın da yoktur sanırım. Dur, şimdi ben halledeceğim, dedi.
Hemen birkaç adım ötede duran bölük başçavuşu Celal Astsubayına
seslendi;
– Celal yanıma koş hemen.
Celal Başçavuş, anında Yıldırım Üsteğmenin yanına gelmişti bile;
– Emredin komutanım.
Yıldırım Üsteğmen, Ali Üsteğmeni işaret ederek,
– Celal, Ali Üsteğmen de bizimle birlikte adaya geliyor, ona acilen bir makineli
tabanca, cephane, çelik başlık, matara, savaşta gereken diğer teçhizat gerekli.
Bulabilir misin? dedi.
Celal Başçavuş, kısa bir duraklamadan sonra;
– Komutanım, bizim alayın ikinci sortide gelecek birliklerinden bir tanesinden
alabilirim, dedi ve hızla uzaklaştı!
Helikopterlerin kalkmasına çok az kalmıştı!
Birkaç dakika geçmemişti ki, Celal Başçavuş Ali Üsteğmen için
istenen silah, cephane ve diğer teçhizatla birlikte dönmüştü. Getirdiği şeyleri
Ali Üsteğmene teslim ettikten sonra, süratle bineceği helikoptere doğru koştu…
Ali Üsteğmen de anasının, babasının tüm akrabalarının yaşadığı vatan
topraklarına Kıbrıs’a gidiyordu. Artık onun için yapacağı ilk şey; ailesini esir
düştüğü Rumların elinden kurtarmak olacaktı.
Üsteğmen Ali;
– Sağ ol Yıldırım, iyi ki sana rastladım diyerek, o da harekete
hazır helikopterin yanına doğru yürüdü.
Artık geçen her dakika onları savaşa biraz daha yaklaştırıyordu!
Yıldırım Üsteğmen bölük telsizinin mikrofonunu eline aldı, harekete
hazır bekleyen bölüğüne seslendi:
– Haydi, arkadaşlar vatan bizden görev bekler, İstikamet Kıbrıs. Gazamız mübarek
olsun, dedi.
Helikopterlerin motor sesleri, askerlerin, “Allah!, Allah!” seslerine karışmış,
savaşın görünmeyen yüzü Akdeniz’in üzerine düşmüştü…
Saatler tam 08.00’i gösteriyordu.
Helikopterlerin motor homurtularına, pervanelerinin sesi karıştı!
Bir anda binme bölgesi toz duman olmuş, toz bulutundan sıyrılıp, kalkışa geçen
her bir helikopter, göreve gitmenin coşkusuyla havalanmaya başlamıştı.
Gidiyorlardı… Savaş bu ya! Ölüm ne kadar yakınsa, yaşamak o kadar
uzaktı…
Helikopterlerdeki her bir askerin üzerinde kadro silahı, cephanesi,
demirbaş erzakı; (üç günlük konserve, peksimet) en önemlisi, her birisinin bir
matara da suyu vardı.
İşte onlara; savaşın ilk saatlerinde ama belki de savaşacakları
günler boyunca bu yaşam malzemeleri eşlik edecekti… Tabii ki, kader onlara o
cehennemde hayatta kalma şansı verirse!
Öğrendikleri kadarıyla, adadaki inme bölgesi, bu bölgeyi çevreleyen
Beşparmak Dağları alev, alev yanıyordu. Bir de Temmuz güneşinin sıcağı
eklendiğinde, savaşacakları bölgenin cehennemden bir farkı olmayacağı kesindi.
Yıldırım Üsteğmen; ‘Her şeye rağmen moralimiz yüksek, imanımız
sağlam, Allah yardımcımızdır’ diye düşündü. İçini derin bir heyecan kaplamıştı
ama bir o kadar da soğukkanlı olmalıydı…
Sabahın ilk ışıklarıyla parıldayan Torosların allı morlu görüntüsü,
yavaşça kaybolmuş! O heybetli sıradağlar yerini Kıbrıs adasının bilinen sivri
burunlu görüntüsüne, denize paralel sıradağlarına, uzun sahil şeritlerine
bırakmaya başlamıştı…
Görünen o ki, Kıbrıs’a yaklaşıyorlardı…
Ada parçasından içeri süzüldükleri anda; helikopterlerin çevresini düşman
uçaksavar topçusunun açtığı kesif bir baraj ateşi kaplamıştı! Adeta film
perdesinde çevresi uçaksavar silahlarının ateşiyle kaplı bir savaş sahnesinin
içindeki hava taarruzunu izliyorlardı…
Ama bu filmin başoyuncuları bizzat kendileriydi! Ya adaya giden
helikopterlerden biri, açılan bu ateş nedeniyle isabet alır da düşerse?
Yıldırım
Üsteğmen bu olumsuz düşünceleri beyninden uzaklaştırmaya çalıştı. Ama bir türlü
beceremedi! Çünkü gerçekten de ada üzerine geldikleri andan itibaren müthiş bir
ateş bulutuna girmişlerdi sanki!
Bir ara bulundukları helikopteri kullanan pilotlara gözü ilişti!
Belli ki, her ikisi de soğukkanlı olmaya çalışıyorlardı. Ancak, düşman ateşi
giderek yoğunlaşıyordu…
Pilotlar, birbirlerine baktılar! Kıdemli olanı sağ elinin başparmağı
ile yukarıyı işaret etti. Anlaşılan o ki, helikopterler düşman ateşinden
etkilenmemek için daha yükseğe tırmanacaklardı. Öyle de yaptılar! O kesif
ateşten kısa bir süre için de olsa kurtulmuşlardı.
Kıdemli pilot, Yıldırım Üsteğmene bir kulaklık uzatarak, takmasını
işarete etti. Üsteğmen Yıldırım kulaklığı takar, takmaz; pilotun sesini duydu;
– Böyle devam edemeyiz Üsteğmenim! Zaten Helikopter filomuzun baş pilotundan
emir aldık. Daha yükseğe çıkıyoruz. Bu irtifada kalırsak, birkaç helikopterimizi
kaybedebiliriz! dedi.
Yıldırım Üsteğmen;
– Anlaşıldı kaptan. Allah yardımcımız olsun, diye cevapladı.
Helikopterler peş, peşe daha yüksek bir irtifaya doğru tırmanmaya başladılar.
Rum uçaksavarları helikopterlerin bu tırmanışları karşısında çaresiz
kalmışlardı! Ama savaş denen cehennem, yüzünü ilk kez havada göstermişti.
Yıldırım Üsteğmen; iç sesiyle bildiği tüm duaları okudu;
Allah’ım beni, tüm Mehmetçiklerimizi sevdiklerimize kavuştur, koru bizi Yüce
Rabbim!”
(Yukarıdaki tırnak içindeki bölüm, hazırlamış olduğum yeni kitabımdan
alınmıştır)
Kıbrıs’ta savaş başlamıştı…
Yakın tarihimize nice şehitlerimizin kanı ve canı pahasına şanla,
zaferle yazılan bu tarihi günlerden sonra tam 44 yıl geçti.
Kıbrıs Türk Halkı özgürlüğüne kavuştu; ancak hala Rumların
uyguladığı insanlık dışı ambargolarla uğraşmakta.
15 Kasım 1983’te kurdukları KKTC devletini ülkemiz dışında herhangi
bir ülke tanımış değil!
O günleri yaşayan nesiller yavaş yavaş aramızdan ayrılmakta…
Kıbrıs’ta çözüme yönelik müzakerelerinin 1968 yılında başlamasından
buyana yarım asır geçti!
Kıbrıs sorunu Türkiye’nin tüm iyi niyetli çabalarına rağmen,
Rumların uzlaşmaz tutumu nedeniyle bir türlü çözülemedi!
Adanın stratejik konumu, çevresindeki enerji yatakları nedeniyle
uluslararası güçlerin gözü, kulağı, eli ada üzerinde olmaya devam ediyor…
Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinden sonra ülkemizde 22 Hükümet,
Kıbrıs’ta K.K.T.C’nin ilanından bugüne adada 28 Hükümet kuruldu. Ne yazık ki, bu
hükümetler döneminde adada kalıcı bir çözüme ulaşılamadı…
Bundan sonra da adada kalıcı çözümün olabilmesi Rumların vereceği
karara göre şekillenecek.
Ancak görünen o dur ki!
Rumlar adanın yasal hükümeti olarak tanındığı sürece;
Türklerle eşit ortaklık statüsünde bir müzakere süreci yürütmeyecek,
Kıbrıs Türk’üne azınlık hakkından başka bir hak tanımayacak, Türkiye’nin ada
üzerindeki garantörlük hakkı kalkmadıkça, Türk askeri adayı terk etmedikçe,
hiçbir anlaşma önerisine evet demeyecektir…
Yıllar sonra bugün hala Kıbrıs konusu konuşuluyorsa, savaş
meydanında kazandığımız zafer dolu süreci, masada da taçlandıramamışsak; bunun
nedenlerini tarihe not düşen gerçekler anlatmaktadır.
Gelecek nesillerin sorularını da bu gerçekler yanıtlayacaktır.
Bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden şehitlerimizin aziz
hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, onlara rahmet diliyor, aynı unvanı
taşımaktan onur duyduğum tüm gazi kardeşlerimi sevgiyle selamlıyorum.
DOĞU AKDENİZDE SULAR ISINIYOR
(BUGÜN GELDİĞİMİZ NOKTA)
Güney Rum Kesimi, Doğu Akdeniz’de uluslararası sulardaki enerji yataklarını tek
taraflı kullanmaya yönelik hak hukuk tanımayan yeni hamleler yapmaktan, hatta
sonucu sıcak savaşa gidebilecek oyunlar kurgulamaktan bir türlü vazgeçmiyor!
İşte bunların sonuncusu geçtiğimiz hafta içinde adanın yarı buçuğunu
temsil eden Rum lideri Anastasiadis, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile bir araya
gelerek 11 yıl önce Fransa ile imzaladıkları askeri işbirliği anlaşmasını bazı
maddeler ekleyerek genişletti..!
11 yıl önce İsrail-Lübnan savaşı sırasında Lübnan’da bulunan Fransız
vatandaşlarının Beyrut’tan tahliyesi için Rumların askeri üslerini kullanma
antlaşması imzalayan Fransa’nın, aradan geçen bunca zaman sonra bu anlaşmanın
genişletilmesini isteyen Rum kesimine hangi menfaatler karşılığında neyi göze
alarak evet dediği önümüzdeki aylarda belli olacak?
Genişletilen anlaşmaya göre:
“– Rumlar, Fransız ordusuna toprakları içindeki hava ve deniz
üslerini sürekli kullanmasını ve doğu Akdeniz’deki enerji sondajlarıyla deniz
trafiğinin güvenliğini birlikte sağlayacak,
Savunma işbirliği anlaşmasına göre Fransa, Rumların Mari deniz üssünün
modernleştirilmesi, askeri teçhizat transferi sağlayarak, Rum askerlerinin
Fransız askeri okullarında eğitimin almaları konusunda destek verecek,
Kıbrıs sorunu çözülür ve Türklerle federasyon kurulursa, anlaşma yürürlükte
kalacak. Tarafların istemesi halinde yeniden onaylanacak.
– Anlaşma 10 yılda bir yeniden gözden geçirilecek.”
11 yıl önce imzalanıp da bugün
sessiz, sedasız böylesine maddelerin eklenerek genişletilen bu iş birliği
anlaşmasının iki ana hedefi vardır:
Birincisi, Rumların Doğu
Akdeniz’deki hak hukuk tanımadan yapmış olduğu petrol-doğal gaz arama/çıkarma
çalışmaları sırasında görev alan Fransa’nın, bölgede araştırmalar yapan Fransız
Total Petrol Şirketinin güvenliğini sağlayarak bu bölgedeki büyük enerji
yataklarından pay alması,
İkincisi, AB üyesi iki ülkenin bu
iş birlikteliği ile Türkiye’nin bölgesel haklarını korumak adına olası bir
askeri müdahalesine karşı askeri iş birlikteliği sağlamasıdır.
Zaten Fransa ile mevcut askeri anlaşmanın genişletilmesi kararının
hemen ardından Rum lider Paris’e giderek Doğu Akdeniz’de iki parsel kiralayan
Total Petrol şirketinin CEO’su ile görüşmüş, Fransız iş adamı, yılsonuna doğru
kiralamış oldukları parsellerde petrol arama çalışmalarını hızlandıracaklarını
ifade etmiştir. Bu vesileyle Total’in CEO’su Rumlardan yeni parseller
kiralayabileceklerini de ifade etmiştir!
Rumlar Doğu Akdeniz’i 13 parsele ayırmış, bunlardan 8 tanesini uluslararası
petrol şirketlerine kiralamıştır.
Geçtiğimiz yıl bunlardan 5’ini kiralayarak Akdeniz’de arama
çalışmalarına başlamak isteyen İtalyan ENİ Petrol şirketi, Türk Donanmasının
engellemesi ile bölgeden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Rum kesimi lideri, bu Bizans
oyunlarını sessiz sedasız gerçekleştirirken; ne Türkiye’den, ne de KKTC’den
herhangi bir açıklama ya da tepki duyulmamıştır!
Fransa’nın Kıbrıs’taki mevcudiyeti giderek güçlenirken; adada
İngiltere, İsrail ve ABD’nin varlığını da göz ardı etmemek gerekir.
On iki bin kilometre öteden adada söz sahibi olan ABD, Annan Planı
sonrasında Kıbrıs’a iyice müdahil olan AB, İsrail’le de benzer iş birlikteliği
bulunan Rum kesimi, bu ülkelerle boşuna anlaşma yapmamaktadır!
İşte tam bu noktada;
Türkiye ve KKTC, Ekonomik iş birlikteliği, Doğu Akdeniz’deki enerji
yataklarının araştırılması ve kullanımı çerçevesinde, Orta Doğu’da
müttefiklerimiz olarak nitelendirilen Suudi Arabistan’la, Katar’la benzer
anlaşmalar yaparak, KKTC’deki limanların kullanımını bu ülkelere açsa, Doğu
Akdeniz’deki o parsellerde petrol-doğal gaz arama izni veren anlaşmalar yapsa ne
olur?
Kaldı ki, Katarla Rum kesimi arasında böyle bir anlaşma zaten var!
Aslında böylesine önemli bir anlaşmaya hiçbir Orta Doğu ülkesi evet
demek bir yana, dönüp de bakamaz bile!
Çünkü bölgenin patronu Amerika’nın, bu ülkelerin böylesine tercihleri
olduğunda ne yapacağını iyi bilirler…
Sözün özü şudur;
Bu yılsonuna doğru Doğu Akdeniz’de sular çok ısınacaktır! Çünkü Rumlar
enerji yataklarını kullanabilmek adına her şeyi yapmakta kararlıdırlar!
Ülkemizin Doğu Akdeniz’deki uluslararası sularda mevcut haklarını
korumak adına önümüzdeki dönemde bu arama bölgelerinde şanlı donanmamıza yine iş
düşecektir. Ancak bu defa genişleyen bu anlaşma şartlarına göre Total Petrol
şirketinin arama çalışmalarında güvenliği sağlamak adına Fransız donanması da
bulunacak, Türk-Fransız savaş gemileri karşı karşıya gelebilecektir!
Her iki ülkenin NATO’ya üye oluşu bir tarafa, taraflardan birisinin
olası tehlikeli bir hareketi sonrasında bölgede meydana gelebilecek vahim
tablonun ne olacağını şimdiden kestirmek oldukça zordur.
Ancak Kıbrıs’ta tarafları ilgilendiren böylesine önemli anlaşmalar
imzalandığında, adayla ilgisi bulunmayan ülkelerin savaş gemileri, hatta
uçakları buradaki üslerde hak sahibi olduğunda ses çıkarmak, konuya müdahil
olmak öncelikle ülkemizin Kıbrıs’taki hak ve hukukunu korumak adına önemlidir.
Türkiye adadan vaz mı geçmiştir?
Tabii ki hayır…
Ama adanın yarı buçuğunu temsil
eden Güney Rum Kesimi, adanın sahibiymiş gibi istediği ülkeye adada üs tahsis
etmekte, askeri anlaşmalar yapmakta, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin de Kıbrıs
Türk’ünün de hakkı olan enerji yataklarını parsel, parsel uluslararası petrol
devlerine kiraya vermekten hiç çekinmezken; ne ülkemizden, ne de KKTC’den hiçbir
ses çıkmamaktadır!
Şu önemli konunun altını bir kez daha çizmekte fayda vardır;
Rumlar bir tek şey hariç; adada
elde edebilecekleri her şeyi elde etmişlerdir!
Elde edemedikleri şey; Türk
askerinin adadan gitmesi, Kıbrıs Türk’ünün adada azınlık hakkını kabul
etmesidir! Müzakere masasına oturuyorlarsa eğer bunun için oturmaktadırlar.
Uluslararası sulara açılan tek kapımız olan Kıbrıs adasını kaybetmek
istemiyorsak eğer, Türkiye’nin ve KKTC’nin, adadaki yasal kazanımlarımızı
korumaktan başka bir tercihi olmamalıdır.